6 Aralık 2012 Perşembe

tuhaf bir huzur veriyor bana yağmur...




Öyle bir yağmur yağıyor ki, kırılmış bir kalpten içe akan, akan gözyaşı kadar güçlü olmasa da, dokunaklı... Ağlamak güzeldir, kırılmak onurlu...
 
 Yağmur, gökyüzünün iç çekişidir; sessizce dökülen, ama içten içe haykıran bir teslimiyet. Her damla, bir düşün ağırlığıyla iner toprağa; ne aceleci ne tembel, sadece olması gerektiği gibi. Tuhaf bir huzur taşır bu iniş; çünkü yağmur, dışarıyı ıslatırken içeriyi yıkar. İnsan, camın ardında otururken, dışarıdaki ıslaklıkta kendi içinin kıvrımlarını bulur. Yağmur, dış dünyanın değil, iç dünyanın aynasıdır.

Bu huzur, alışılmış bir sükûnet değildir. Daha çok bir kabulleniş, bir bırakış, bir duraksamadır. Yağmur yağarken zaman yavaşlar; saatler değil, anlar konuşur. Her damla, bir kelime gibi düşer; ve insan, bu kelimelerle yazılmamış bir mektubu okur sanki. Tuhaf olan, bu huzurun kaynağı değil; onun neyi susturduğudur. Çünkü yağmur, gürültüyü değil, içsel karmaşayı bastırır. Ve insan, bu sessizlikte kendine daha çok benzer.

Yağmurun altında yürümek, bir ritüeldir. Şemsiye açmadan, kaçmadan, sadece ıslanarak yürümek… Bu, bir teslimiyet değil; bir yüzleşmedir. Her damla, bir hatırayı uyandırır; bir çocukluk anısı, bir eski aşk, bir unutulmuş dua. Yağmur, geçmişi çağırmaz; ama geçmiş, yağmurda kendiliğinden gelir. Ve insan, bu çağrıyı reddetmez. Çünkü yağmur, hatırlatmaz—hissettirir.

Ve nihayet, bu tuhaf huzur, insanın en kırılgan hâline dokunur. Yağmur, neşeyi değil, dinginliği taşır. Ne umut verir ne umutsuzluk; sadece varlığın ağırlığını hafifletir. Tuhaf olan, bu hafifliktir belki de. Çünkü insan, en çok yağmurda ağırlaşır; ama bu ağırlık, taşınabilir bir yalnızlıktır. Yağmur, dışarıda yağar; ama insan, en çok içinde ıslanır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder