Bir takım
şeyleri değiştirme, yepyeni bir dünya yaratma, ona başka boyuttan bakma özlemi
içinde de olmalısınız. Hayal kuruyorsunuz, çok üzülüyorsunuz ya da “Bu dünyayı
değiştirip bambaşka bir dünya yaratacağım” şeklinde güç hissediyorsunuz. Ruhi
bir boşluk olduğu zaman, bir arayış olduğu zaman, bir şeyleri değiştirme isteği
duyduğunuzda âşık olma ihtimali daha yükseliyor. Âşık olunca olumsuzlukların
değişeceğini düşünmeye başlıyorsunuz. Olaylara çok statik bakan ya da kuralcı
olan insanların âşık olma ihtimalleri düşük. Ben başarılıyım, kariyerim var ve
bu çerçeve içinde hayatımı devam ettireceğim dediğiniz zaman, değil aşk, başka
bir insana bile vakit ayıramıyorsunuz. Ama aşk sizi öyle bir alıp götürüyor ki,
işte o zaman insanın ne evliliği, ne kariyeri, hiçbir şey eskisi kadar önemli
olmamaya başlıyor. Bunlardan ödün verecek durumda olduğunuz zaman aşkı daha
kolay yakalayabiliyorsunuz. İki insanın birlikteliğinin çok rutin hale
gelmemesi lazım. Yeniliklere açık olmak lazım. Bir de kadının gizemli olması,
aşkın daha uzun sürmesini sağlıyor bazen... Her şey çok açık olduğu zaman,
belki onun karizmatik özelliği de azalmaya başlıyor. Her şeyiniz açık
olduğunda, karşınızdaki insanın ne zaman hangi tepkiyi vereceğini bildiğiniz
zaman onun için mücadele etme gereğini duymazsınız... Çünkü sizi
şaşırtmayacaktır. Hem şaşırmayacak hem de kaybetme duygusunu
yaşayamayacaksınız. Ama gider mi, gitmez mi, böyle yaparsam sever mi gibi bir
takım soru işaretleri olduğu zaman onunla olan fikri birlikteliğiniz de sürüp
gidiyor. Bu gizem, kaybetme duygusu, onu yeni baştan elde etmek için ne yapmam
gerekir çabası sizin ilişkinizi de sürekli kılıyor. İster aşk olsun, ister
insan ilişkileri olsun, insanın her şeyden önce kendine saygısı olması ve
kendini sevmesi gerekiyor. İnsanın özgüveni mutlaka olmalı. Toplumun kuralları,
örf ve adetleri, bir takım sosyal ilişkiler, sizin beraberliğinize yansımaya
başlıyor, bunları kendi dünyanızın içine yediremediğiniz sürece, acaba öyle mi,
böyle mi diye sorguladığınız zaman başlıyor mutsuz aşklar... Ya da bir tarafın
sürekli baskın olması, diğer tarafın sürekli ödün vermesi durumunda ortaya
çıkıyor. Kendinizden ya da karşınızdakinden emin olmadığınız zaman kıskançlık
başlıyor. Broyn “Aşk erkeğin yaşamının yalnızca bir parçası, kadının
yaşamınınsa tümüdür” diyor. İnsanın kendisine saygı duyması ve kendi kendine
yeter olması gerekir. Toplumun baskısından kurtulmak için evlenmek ne kadar
aptalca bir şeyse, işte ben âşık olayım da havalarda uçayım, lay lay lom
yaşayayım demek o kadar aptalca bir şey... Karşılıklı birbirini tamamlama...
Tek bir kişinin egemen olduğu bir aşk değil, karşılıklı düzeyli, dengeli,
duygusal alışverişin olduğu bir aşk... Toplumsal olaylardan çok fazla etkilenen
aşklar, mutsuz aşklardır gibi geliyor bana... Aşk toplumun bütün değer
yargılarına karşı çıkıyor. Düzene karşı çıkıyor ve kendi düzenini, kendi
yargılarını, kendi kurallarını kendi koyuyor. Yeni bir dünya yaratıyor... Var
olan düzeni reddediyorsunuz. Aşk kendi düzenini yaşıyor. Bir anarşizm kendi
içimizde de var, anarşizm uç bir kelime gibi geliyorsa, başkaldırı deyin... Âşık
olduğunuzda kendi içinizde bir devrim yaratmış oluyorsunuz. Kadınların bir
takım şeyleri oturtması, biraz daha fazla mücadele gerektiriyor. Bir cinsel
obje olarak görülmek istemediğimizi ifade edebilmek için erkeklerden daha fazla
çalışmak zorunda kaldık. O açıdan şimdi
de geldiğimiz noktayı daha kuvvetli savunmak durumundayız. Dolayısıyla
duygularımızı onlar kadar çabuk açmıyoruz. Belki o açıdan daha yoğun şekilde
yaşıyoruz. Dışarıdaki dünya sizin dikkat alanınızın dışında kalmaya başlıyor. Âşık
olduğunuz zaman kendi dünyanız küçülüyor bana göre, yani iki kişilik bir dünya
yaratıyorsunuz.
Günlüğünüz karşısında ruhen çırılçıplak kalmayı göze alabileceğiniz belki de tek dostunuz.
28 Mart 2013 Perşembe
26 Mart 2013 Salı
I Love Walking In The Rain Because Nobody Can See Me Crying!
- Yağmur yağıyor Olric…
- Islanıyor etraf…
- Ağlasak kimse anlamaz değil mi?
- Anlamaz efendimiz…
- Tut ki güneş açtı…
- Papatyalardan taç yapar mı saçlarımıza?
- Bilinmez efendimiz…
- Yıldız kaydığında diler mi bizimle olmayı?
- Sanmam efendimiz…
- Ben de sanmam…
- Gidelim Olric...
- Gidelim efendimiz..."
- Islanıyor etraf…
- Ağlasak kimse anlamaz değil mi?
- Anlamaz efendimiz…
- Tut ki güneş açtı…
- Papatyalardan taç yapar mı saçlarımıza?
- Bilinmez efendimiz…
- Yıldız kaydığında diler mi bizimle olmayı?
- Sanmam efendimiz…
- Ben de sanmam…
- Gidelim Olric...
- Gidelim efendimiz..."
(Oğuz Atay - Tutunamayanlar)
yağmur arındırır
evet ama dahası bir mucizedir…
Yağmur, rüzgar,
yıldız ne varsa dolardı geceleri odama.
Yağmurun yaşanan
bütün olumsuzlukları temizleyeceğini düşünmüşümdür hep. Diğer taraftan da
özlemlerim gelir aklıma hüzünlenirim.
I Love Walking
In The Rain Because Nobody Can See Me Crying!
Elimde
bir bardak çay, fonda Dalida-Ciao, ciao Bambina, aklımda Katherine Mansfield’ın
son sözleri…
Kadınlar için
çekilmiş katı sınırların ötesine geçip orada yaşamaya cesaret eden bu çok özel
kadının ölümü bile karakterini, yaşama tutkusunu, azmini anlatmaya yetiyor.
1923 yılı ocak ayında henüz gencecikken, Fransa"da iyileşmeye çalıştığı
bir kurumda kendisini görmeye gelen kocasını karşılamak için hazırlanıp ona ne
kadar iyi olduğunu göstermek için merdivenlerden yukarı koşar… Ama birden
ağzından kan boşanır ölürken son sözleri şu olur:
"Yağmuru
seviyorum. Onu yüzümde hissetmek istiyorum."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)