"Söz
vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka
ne idi? burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet
neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım oturdum. Ada’nın
tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde
taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam
deli olacaktım."
Sait Faik Abasıyanık* haritada bir nokta
Yazmak, yalnızca kelimeleri bir araya getirmek değil; varoluşun en derin çatlağından sızan bir içsel zorunluluktur. İnsan, bazen konuşamaz, anlatamaz, susamaz bile; yalnızca yazabilir. Çünkü yazmak, aklın sınırlarını aşan bir ruhsal boşalım biçimidir. “Yazmasam deli olacaktım” demek, düşüncenin bedenle taşınamayacak kadar ağırlaştığı bir noktada, kelimelere sığınmak zorunda kalmak demektir. Bu sığınma, bir kaçış değil; bir kurtuluş biçimidir.
Zihnin kıyısında biriken düşünceler, zamanla bir içsel basınca dönüşür. Bu basınç, ne sessizlikle yatışır ne konuşmayla çözülür; yalnızca yazıyla yön bulur. Yazmak, bir terapi değil; bir varlık biçimidir. Çünkü yazmayan insan, düşüncelerini taşımaz; düşüncelerinin altında ezilir. Ve bu ezilme, delilikle akıl arasında salınan o ince çizgide gerçekleşir. Yazmak, o çizgiyi geçmemek için inşa edilen bir zihinsel köprüdür.
Yazının kendisi bir delilik hâlidir belki de; ama bu delilik, düzenli, ritmik ve anlamlı bir kaostur. Kalemin ucunda biriken her cümle, içsel bir çığlığın estetikle terbiye edilmiş hâlidir. Yazmasaydım, içimdeki yankılar birbirini boğacak, düşüncelerim kendi ağırlığıyla çöküp beni içine alacaktı. Yazmak, bu çöküşü durdurmak değil; onu dönüştürmektir. Çünkü yazı, yalnızca anlatmaz; aynı zamanda yeniden kurar.
Ve nihayet, yazmak bir mecburiyet değil; bir varoluş zorunluluğudur. “Yazmasam deli olacaktım” diyen insan, aslında kelimelerle değil, kendisiyle mücadele etmektedir. Yazı, bu mücadelenin en sessiz ama en güçlü silahıdır. Her paragraf, bir iç hesaplaşmanın izidir; her satır, bir zihinsel direnişin tanığı. Yazmak, delirmemek için değil; deliliği anlamlandırmak için vardır. Ve bu anlam, yalnızca yazının derinliğinde bulunur.
Zihnin kıyısında biriken düşünceler, zamanla bir içsel basınca dönüşür. Bu basınç, ne sessizlikle yatışır ne konuşmayla çözülür; yalnızca yazıyla yön bulur. Yazmak, bir terapi değil; bir varlık biçimidir. Çünkü yazmayan insan, düşüncelerini taşımaz; düşüncelerinin altında ezilir. Ve bu ezilme, delilikle akıl arasında salınan o ince çizgide gerçekleşir. Yazmak, o çizgiyi geçmemek için inşa edilen bir zihinsel köprüdür.
Yazının kendisi bir delilik hâlidir belki de; ama bu delilik, düzenli, ritmik ve anlamlı bir kaostur. Kalemin ucunda biriken her cümle, içsel bir çığlığın estetikle terbiye edilmiş hâlidir. Yazmasaydım, içimdeki yankılar birbirini boğacak, düşüncelerim kendi ağırlığıyla çöküp beni içine alacaktı. Yazmak, bu çöküşü durdurmak değil; onu dönüştürmektir. Çünkü yazı, yalnızca anlatmaz; aynı zamanda yeniden kurar.
Ve nihayet, yazmak bir mecburiyet değil; bir varoluş zorunluluğudur. “Yazmasam deli olacaktım” diyen insan, aslında kelimelerle değil, kendisiyle mücadele etmektedir. Yazı, bu mücadelenin en sessiz ama en güçlü silahıdır. Her paragraf, bir iç hesaplaşmanın izidir; her satır, bir zihinsel direnişin tanığı. Yazmak, delirmemek için değil; deliliği anlamlandırmak için vardır. Ve bu anlam, yalnızca yazının derinliğinde bulunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder