26 Haziran 2013 Çarşamba

aşk mutluluğunun iksiri değildir...



İlişkilerde ilk tehlike sinyali tek düzelikdir. Fırtınadan önceki sessizlik gibi. Ardından büyük kavgalar, sorgulamalar, suçlamalar baş gösterir.
Size yapılmasını istediğiniz şeyleri önce siz yapın. Son hızla uzaklaşın ve sakın arkanıza bakamayın. Yapılmasını istemediğiniz şeyleriyse asla yapmayın. Karşınızdakini biçimlendirmeye çalışmak yerine onu hatalarıyla kabul edin. Olumsuz yanlarını yok etmeye kalkarsanız en iyi ihtimalle ona âşık olmanıza sebep olan harika yanlarını da törpülemeye başlarsınız. Ya bu hatalar kesinlikle kabul edilemeyecek şeylerse? Son hızla uzaklaşın ve sakın arkanıza bakmayın.
Andersen’in bir masalından:  Değişmeyen tek şey değişimdir.
Desteği başka birinde aramayın, kendi ayaklarınızın üstünde durabilecek kadar güçlü olun.
Amerikalı romancı F. Scott Fitzgerald’dan.  Kızına yazdığı bir mektup.
Toplumun seninle ilgili ne düşündüğüne aldırma.
Geçmişe dönük ahlayıp puflayıp sakın üzülme.
Geleceği kafana takma, sakın üzülme.
Söylenenlere, atılıp tutulanlara bakarak sakın üzülme.
Herkes hata yapar. Sen de yap ve sakın üzülme. 
Ah ne kadar duygusal biriyim deyip sakın üzülme.
Erkek arkadaşın için de sakın üzülme.
Yalnızca düşün, ben gerçekte neyim, kimim ben. 
 
Aşk, çoğu zaman mutluluğun sihirli anahtarı gibi sunulur; bir varış noktası, bir huzur vaadi, bir eksikliğin tamamlanışı. Oysa hakikat, bu parıltılı yanılsamanın çok ötesindedir. Aşk, mutluluğun iksiri değildir; bilakis, insanın en derin çatlaklarını görünür kılan bir aynadır. Onun gelişiyle ne acılar diner ne de boşluklar kendiliğinden dolup taşar. Aşk, bir tamamlanma değil; bir çözülme biçimidir. Ve bu çözülme, mutluluğun değil, hakikatin kapısını aralar.

Mutluluk, aşkın gölgesinde değil; insanın kendi iç ışığında yeşerir. Aşk, o ışığı çoğaltabilir belki, ama onu yaratmaz. Çünkü aşk, bir başkasına yönelmiş bir arzudur; mutluluk ise kendine dönük bir kabuldür. Aşkın içinde kıskançlık da vardır, korku da, özlem de. Ve bu duygular, mutluluğun dinginliğinden çok, varoluşun karmaşasına işaret eder. Aşk, bir fırtınadır; mutluluk ise bir durgun göl. İkisi aynı bedende var olabilir, ama biri diğerinin iksiri değildir.

Aşk, insanı dönüştürür; ama bu dönüşüm her zaman huzur getirmez. Bazen bir yarayı açar, bazen bir aynayı kırar, bazen de bir sessizliği bozar. Ve insan, bu dönüşümün içinde kendini kaybedebilir. Mutluluğu aşkın içinde aramak, bir gölgeyi tutmaya çalışmak gibidir—var gibi görünür, ama ele gelmez. Çünkü aşk, bir duygunun ötesinde bir hâl, bir geçiştir. Onun içinde mutluluğu aramak, onun doğasına yabancı bir beklentidir.

Sonunda anlaşılır ki, aşk bir armağandır; ama bu armağan, mutluluğun garantisi değildir. O, insanı kendine yaklaştırabilir, ama aynı zamanda kendinden uzaklaştırabilir. Aşk, bir aynadır—ve o aynada görülen, çoğu zaman beklenenden farklıdır. Mutluluğun iksiri, aşk değil; kendini tanımak, kendini sevmek, kendini onurlandırmaktır. Aşk bu yolculukta bir eşlikçi olabilir, ama yolun kendisi değildir. Ve insan, bu ayrımı fark ettiğinde, hem aşkı hem mutluluğu daha sahici bir yerden yaşamaya başlar.

25 Haziran 2013 Salı

meksika usulü bonfile

Malzemeler:
1 kg. Bonfile (zeytinyağı, şarap ve otlarla marine edilmiş)
Değişik otlar (fesleğen, biberiye, kekik, muscat)
1 adet patlıcan, 1 adet kabak, taze biberiye, zeytinyağı, kırmızı şarap
Tuz, karabiber

Hazırlanışı:
Patatesleri kabuklarıyla birlikte haşlayın. Henüz ılık halde iken kabuklarını soyun. Ezerek püre kıvamına getirin. Sonra içine tuz, karabiber, az miktarda sarımsak tozu ve biraz krema ekleyin. Zeytinyağı, şarap ve değişik otlarla marine edilmiş etleri çok kızmış ızgarada pişirin. Tabağın ortasına yerleştirdiğiniz pürenin üzerine koyun. Etle pürenin arasına kızarmış ince patlıcan ve kabak dilimlerini ekleyin. Üzerine taze biberiye serpin.

🌶️ Ateşin ve Aromanın Dansı: Meksika Usulü Bonfile

Bonfile, zeytinyağıyla yumuşatılmış, kırmızı şarapla derinleştirilmiş, fesleğenle serinletilmiş bir karaktere bürünür.
Biberiye, kekik ve muscat otlarıyla zamanın içinde marine olurken, etin dokusu geçmişin sabrıyla yoğrulur.
Bu bir yemek değil; bir ritüeldir.
Her dilim, bir kıtanın kokusunu taşır; her baharat, bir hikâyeyi fısıldar.

Patlıcan ve kabak, közün diliyle konuşur.
Zeytinyağında hafifçe çevrilir, kırmızı şarapla buharlaşır.
Taze biberiye, sebzelerin üzerine serpilirken, doğanın kokusu tabağa siner.
Bonfile, yüksek ateşte mühürlenir; dışı cesur, içi yumuşak.
Sebzelerle buluştuğunda, renkler ve dokular bir araya gelir—tıpkı Meksika sokaklarında dans eden gölgeler gibi.

Tuz ve karabiber, son dokunuşu yapar.
Ve bu yemek, sadece bir tat değil; bir ruh hâlidir.
Bir sofrada değil, bir an’da yenir.
Ağızda değil, hafızada kalır.

---

🍽️ Kısa Hazırlık Notları:

Marine:
Bonfileyi zeytinyağı, kırmızı şarap, fesleğen, biberiye, kekik ve muscat ile en az 4 saat (tercihen 1 gece) marine et.

Sebzeler:
Patlıcan ve kabağı ince dilimle, zeytinyağında hafifçe sotele. Üzerine taze biberiye ve bir damla kırmızı şarap ekle.

Pişirme:
Bonfileyi yüksek ateşte mühürle, ardından sebzelerle birlikte 180°C fırında 10–12 dakika pişir.

 Bonfile, burada yalnızca bir et parçası değil; doğanın en kadim döngüsünden süzülen bir özdür. Zeytinyağının sabırlı yumuşaklığı, kırmızı şarabın zamana direnen burukluğu ve otların aromatik hafızasıyla marine edilen bu et, bir bedenin değil, bir kültürün taşıyıcısıdır. Meksika usulü bonfile, toprağın, güneşin ve ateşin ortak diliyle konuşur. Her lifinde, hem geçmişin hem coğrafyanın izleri vardır; çünkü bu yemek, yalnızca beslenmek için değil, hatırlamak için pişirilir.

Fesleğen, biberiye, kekik ve muscat… Bu otlar, doğanın şiirsel heceleridir. Her biri, bonfilenin içine işlenirken bir anlatıya dönüşür. Fesleğen, hafifliğiyle arzuyu; biberiye, keskinliğiyle kararlılığı; kekik, dağ kokusuyla özgürlüğü; muscat ise tatlı burukluğuyla geçmişi çağrıştırır. Bu birleşim, yalnızca damakta değil, zihinde de bir iz bırakır. Çünkü tat, yalnızca fiziksel bir duyum değil; duygusal bir çağrıdır. Ve bu çağrı, bonfileyle birlikte bir ritüele dönüşür.

Patlıcan ve kabak, bu anlatının sessiz tanıklarıdır. Ateşle temas ettiklerinde, içlerindeki su buharlaşır; geriye yalnızca öz kalır. Tıpkı insan gibi: zamanla, dış kabuklar soyulur, içteki hakikat açığa çıkar. Taze biberiye ile birlikte zeytinyağında çevrilen bu sebzeler, bonfilenin yanında bir eşlik değil; bir denge unsurudur. Çünkü Meksika usulü bonfile, tek başına bir gösteri değil; çok sesli bir senfonidir. Her bileşen, bu senfonide kendi notasını taşır.

Sonuçta bu yemek, bir tarifin değil; bir tavrın ifadesidir. Tuz ve karabiber, son dokunuş olarak yalnızca lezzeti değil; kararlılığı ve ölçülülüğü temsil eder. Meksika usulü bonfile, bir kültürün doğayla kurduğu ilişkiyi, ateşle yaptığı pazarlığı ve zamanla yürüttüğü diyaloğu anlatır. Her lokma, bir coğrafyanın sesi; her aroma, bir halkın hafızasıdır. Ve insan, bu yemeği yerken yalnızca doymakla kalmaz—bir anlatının parçası hâline gelir.

23 Haziran 2013 Pazar

Fusion



“Fusion” sözlük anlamında birleşmeyi, kaynaşmayı ifade ediyor. Mutfak dilinde de kökeninden fazla uzaklaşmıyor. Belli başlı dünya yemekleriyle egzotik sosların karışıp kaynaştığı, içlerinde bin bir çeşit baharatın adeta raks ettiği enfes mönüler “fusion” mutfağın cilveleri. Fusion mutfağın çıkış noktası Amerika’nın batısı. Los Angeles civarında, uzun yıllar bir arada yaşayan İtalyan, Uzakdoğulu ve Meksikalı mutfaklarının kaynaşıp, değişik lezzetlerin ortaya çıkmasıyla gelişmiş bir lezzet akımı. Dolayısıyla bu mutfakta “yok” yok. Japon “Sushi”si, İtalyan makarnası, Pekin ördeği ya da balsamik port şarabı ile marine edilmiş Tayland usulü erişte fusion mönüsünde yer alan yalnızca birkaç örnek. Yemeklerin ana özelliğini oluşturan nefis soslara gelince; onlar genellikle aşçıların özel sırları olarak anılıyor. 
 
 Fusion mutfağı, kültürlerin tabaklarda buluştuğu bir sanat formudur. Sadece yemek değil; bir anlatı, bir sentez, bir karşılaşmadır. İşte bu kavramın özünü hem edebi hem de açıklayıcı bir biçimde ele alalım:

---

🌍 Füzyon: Lezzetin Kültürlerarası Yolculuğu

Füzyon, bir tabakta iki kıtanın tokalaşmasıdır.
Uzakdoğu’nun narinliğiyle Akdeniz’in cesareti, Latin Amerika’nın ateşiyle Fransız zarafeti aynı çatalda buluşur.
Bir Japon sosu, bir Meksika baharatıyla dans ederken;
İtalyan makarnası, Hint köriyle yeniden doğar.
Bu bir karışım değil, bir uyumdur.
Her malzeme, kendi kimliğini korurken başka bir kültürle konuşmayı öğrenir.

Füzyon mutfağı, gelenekle yeniliğin flörtüdür.
Bir şefin hayal gücünde doğar, bir damakta anlam bulur.
Yemek artık sadece beslenme değil;
bir hikâye anlatma biçimi, bir kültürel tercümedir.
Tıpkı bir şiirin iki dilde yazılması gibi—her kelime tanıdık, ama anlamı bambaşka.

---

🍽️ Füzyon Mutfağının Örnekleri
- Sushi taco: Japon usulü çiğ balık, Meksika tortilla ile sunulur.
- Kimchi quesadilla: Kore turşusu, Meksika peynirli lavaşla buluşur.
- Wasabi hummus: Ortadoğu’nun klasik mezesi, Japon acılığıyla yeniden yorumlanır.

“Fusion” kelimesi, bağlamına göre çok farklı anlamlar taşıyabilir—bilimden sanata, mutfaktan mühendisliğe kadar geniş bir yelpazede kullanılır. İşte bu çok katmanlı terimin bazı entelektüel ve kültürel boyutları:

---

🔬 Bilimsel Bağlamda: Nükleer Füzyon
Füzyon, iki hafif atom çekirdeğinin birleşerek daha ağır bir çekirdek oluşturduğu ve bu sırada büyük miktarda enerji açığa çıktığı bir nükleer reaksiyondur.
- Güneş’in enerjisi bu süreçle üretilir.
- Temiz enerji üretimi için umut vadeden bir teknolojidir, ancak yüksek sıcaklık ve basınç gereksinimleri nedeniyle hâlâ deneysel aşamadadır⁽¹⁾⁽²⁾.

---

🎶 Sanatsal Bağlamda: Müzikte Fusion
Fusion, caz müziğin rock, funk veya dünya müzikleriyle harmanlanmasıyla ortaya çıkan bir türdür.
- 1970’lerde Miles Davis ve Weather Report gibi sanatçılarla yükselmiştir.
- Bu tür, doğaçlamanın özgürlüğü ile ritmin enerjisini birleştirir.

---

🍽️ Mutfakta Fusion: Füzyon Mutfağı
Füzyon mutfağı, farklı kültürlerin yemek tekniklerini ve malzemelerini bir araya getirerek yeni tatlar yaratır.
- Örneğin, Japon usulü taco ya da Tay baharatlarıyla hazırlanmış İtalyan risotto gibi.
- Küreselleşmenin gastronomik bir yansımasıdır ve hem eleştiri hem hayranlık uyandırır.

---

🛠️ Teknolojide Fusion: Autodesk Fusion 360
Autodesk Fusion, ürün tasarımı ve üretimi için kullanılan bulut tabanlı bir 3B CAD/CAM/CAE yazılımıdır⁽³⁾.
- Mühendislik, endüstriyel tasarım ve elektronik alanlarında entegre çözümler sunar.
- Tasarım sürecini hızlandırırken işbirliğini kolaylaştırır.

22 Haziran 2013 Cumartesi

zinde hissetmek



Kendinizi zinde hissedeceğiniz garantili bir bakım da gül kompresi; iki çorba kaşığı kurutulmuş ya da beş çorba kaşığı taze gül yaprağını ½ litre kaynar su içine katın. 10 dakika demlendirin. Daha sonra içine buz atarak soğumasını sağlayın. Bir havluyu gülsuyu dolu kabın içine batırın, hafifçe sıkın ve yüzünüze kompres yapın.
Bacaklarda Masajın Sihirli Etkisi: Isı derecesi yükseldikçe bacaklar ağırlaşıyor ve sonunda vücudu taşıyamaz hale geliyor. Sıcaklık kan damarlarını genişletiyor dolayısıyla kan ve doku sıvısı acil durumlarda bacaklardan kalbe pompalanamıyor. İvedi bir çözüm; limon yağını 6 damla esans ya da ayçiçek yağıyla karıştırın ve bacaklarınıza masaj yapın. Ayrıca, ince bir çift yün çorabı ispirtolu suya batırın, hafifçe sıkarak giyin ve bacaklarınızı 10 dakika yukarı kaldırarak bekleyin.
Mis Gibi: Serinletici bir yaz yağmurunun altında taze kokan çayırlarda yürüyüş ne güzel olurdu değil mi? evinizin banyosunda da vücudunuza ve saçlarınıza yaz ferahlığını getirmeniz mümkün. Çünkü aromatik kokular burun ve sinirler sayesinde beyne ulaşıyor ve bedende anında bir rahatlık sağlıyor. Bunaltıcı yaz günlerinde gittikçe düzensizleşen kan dolaşımını, sadece beş dakika süren bir duş jimnastiği sayesinde yeniden düzenleyebilirsiniz. Ilık suyu önce başınızın tam tepesine, yüzünüze ve omuzlarınıza doğru tutun. Derin nefes alın ve vücudunuzun üst kısmını öne doğru eğin. Baş ve kollarınızın iyice gevşediğini hissedin. Şimdi dizlerinizin üzerine çökün, bu arada yine derin nefes almayı unutmayın. Ve bırakın su omuzlarınızdan aksın. Aynı hareketi beş kez tekrarlayabilirsiniz. Artık güne zinde başlamamanız için hiçbir neden yok. 
 
Zinde hissetmek, yalnızca bedenin değil, zihnin ve ruhun da uyanık olmasıdır. Bu hâl, bir sabahın ilk ışığında derin bir nefes almak gibidir—içeri dolan hava sadece oksijen değil, yaşamın kendisidir. Zindelik, günün yükünü hafifçe omuzlamak, düşünceleri berrak bir gölde yüzdürmek ve her adımda varlığını hissetmektir.

Bilimsel olarak bakıldığında, zinde hissetmenin üç temel dayanağı vardır:
- Kaliteli uyku,
- Düzenli fiziksel aktivite,
- Besleyici bir kahvaltı.

Nature Communications dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, önceki gece yeterince uyuyan, bir gün önce aktif olan ve sabah karbonhidrat açısından dengeli bir kahvaltı yapan bireyler, gün boyunca daha uyanık ve enerjik hissediyor⁽
 
 Zinde hissetmek, yalnızca bedensel bir dinçlik değil; zihinsel berraklık, duygusal denge ve varoluşsal bir farkındalık hâlidir. Bu his, insanın kendisiyle kurduğu ilişkinin en canlı biçimidir—çünkü zindelik, dışsal uyarıcılardan çok, içsel ritmin uyumuyla ilgilidir. Sabah uyanır uyanmaz hissedilen o hafiflik, gün boyunca süren o odaklanma hâli, aslında bedenin değil, ruhun da uyanmış olduğunun işaretidir.

Bilimsel araştırmalar, zinde hissetmenin üç temel faktöre bağlı olduğunu gösteriyor: kaliteli uyku, düzenli fiziksel aktivite ve dengeli beslenme⁽¹⁾. Özellikle önceki gece yeterince uyuyan, gün içinde hareket eden ve sabahları karbonhidrat açısından zengin ama kan şekerini ani yükseltmeyen bir kahvaltı yapan bireylerin daha zinde hissettiği gözlemlenmiş⁽¹⁾. Yani zindelik, bir alışkanlıklar bütünüyle inşa edilen bir hâl; rastlantısal değil, bilinçli bir tercihtir.

Zinde olmak, aynı zamanda bir yaşam felsefesidir. Günlük rutinin içinde kendine alan açmak, zihni meşgul eden gereksiz yüklerden arınmak, bedenin ihtiyaçlarını sezmek ve karşılamak… Bunlar, insanın kendine duyduğu saygının göstergeleridir. Zindelik, yalnızca enerjik olmak değil; bu enerjiyi anlamlı bir şekilde yönlendirebilmektir. Çünkü yorgunluk, çoğu zaman yalnızca fiziksel değil; anlam eksikliğinden doğan bir tükenmişliktir.
 

21 Haziran 2013 Cuma

risotto primavera al verde

Risotto Primavera al Verde, İtalyan mutfağının zarif ve mevsimsel bir yorumudur: taze bahar sebzeleriyle hazırlanan, yeşilin tonlarını taşıyan bir risotto. “Primavera” baharı, “al verde” ise yeşil sebzeleri temsil eder. Bu yemek, doğanın uyanışını tabakta sunar—hem görsel hem de aromatik bir şölen.

---

🌿 Edebi Bir Tanım: Baharın Tabağa Dönüşü

Risotto Primavera al Verde,
baharın ilk nefesi gibi hafif,
toprağın uyanışı gibi canlıdır.
Her pirinç tanesi,
bir çiçek tomurcuğu gibi sabırla pişer;
her sebze, doğanın renk paletinden seçilmiş gibidir.
Zeytinyağında dans eden kabak,
şarapla buharlaşan kuşkonmaz,
ve tereyağıyla yumuşayan bezelye…
Hepsi bir araya gelir,
bir tabakta baharı anlatır.

İlkbaharın bütün lezzetini birleştirmiş taze yeşil sebzeli ve aromatik baharatlı, üzeri Permasan Reggiano’lu İtalyan usulü pilav.

4 Kişilik

Malzemeler:
50 ml. Sızma zeytinyağı                                           
50 gr. sarımsak, ince ince doğranmış                  
100 gr. kereviz (sap kerevizi)                              
5 dl. Beyaz şarap (Sauvignon Blanc)                 
İsteğe göre tuz ve iri çekilmiş beyaz biber 
100 gr. kuru soğan, iyice kıyılmış kıyma
75 gr. Parmesan Reggiano
240 gr. Risotto princi
5 dl. Tavuk suyu
300 gr. taze yeşil sebze: Kuşkonmaz brokoli, kabak, taze fasulye, taze bezelye vb. 
Mevsimlik her tür yeşil sebzeyi orta irilikte küpler halinde kesip, her birini ayrı ayrı haşlayın.
İsteğe göre taze herbs de provence Fesleğen, tarhun, maydanoz, nane, dereotu ve frenk soğanı saplarından ayırıp ince kıyın.
1 dl. Ispanağı iyice püre haline gelecek şeklide tuzsuz haşlayın.
50 gr. tereyağı (tuzsuz)

Garnitür: İri fesleğen yapraklarını kıtır oluncaya kadar zeytinyağında kızarttın.

Yapılışı: Derin bir kaba zeytinyağını koyup orta ateşte kızdırın. İçine soğan, kereviz ve sarımsağı atıp altüst ederek kısa sürede kızartın. Şimdi pirinci ekleyip hafifçe çevirdikten sonra beyaz şarabı ekleyin. Şarap buharlaşıp yarısı uçuncaya kadar pişirin. Tavuk suyunun bir bölümünü yavaş yavaş ekleyin. Pirinç, suyunu iyice çekip yumuşamaya başladığında (Risotto pirinci 16-18 dakika pişiyor) kalan tavuk suyunu üstüne yavaş yavaş ekleyin. Suyunu iyice çekince pişmiş sebzeleri provence baharatlarını, ıspanak püresini, tereyağı ve parmesanı pirincin üstüne yerleştirip tencerenin kapağını kapatın. Birkaç dakika böyle piştikten sonra altını söndürün tencereyi yavaş yavaş karıştırın. Önceden ısıtılmış tabaklara risotto’yu paylaştırıp, yanına garnitür olarak kızartılmış fesleğen yapraklarını koyup servis yapın. 
 
 Risotto Primavera al Verde, yalnızca bir yemek değil; doğanın yeniden doğuşuna yazılmış bir gastronomik şiirdir. Bu tabakta, baharın yeşil tonları bir araya gelir; her biri toprağın sabrını, güneşin cömertliğini ve zamanın döngüsünü taşır. Risotto’nun kremamsı dokusu, doğanın yumuşak geçişlerini andırırken; yeşil sebzelerin diri varlığı, yaşamın tazeliğini ve direncini temsil eder. Bu yemek, mevsimlerin felsefesini taşıyan bir anlatıdır: geçici olanın içindeki kalıcılığı aramak.

Primavera, yani ilkbahar, burada yalnızca bir zaman dilimi değil; bir ruh hâlidir. Bezelye, kuşkonmaz, ıspanak ve taze otlar, doğanın uyanışını simgeler. Her bir sebze, kendi varlığını risotto’nun nötr dokusuna işlerken, bir bütünün parçası olmayı kabul eder. Bu kabul, bireysel tatların kolektif bir armoniye dönüşmesidir. Tıpkı insan ilişkileri gibi: her birey kendi kimliğini korurken, bir birlikteliğin içinde anlam kazanır. Risotto Primavera al Verde, bu birlikteliğin lezzetle kurulmuş metaforudur.

Yemek, burada yalnızca bir beslenme biçimi değil; bir düşünsel deneyimdir. Risotto’nun sabırla karıştırılması, zamanla kurulan ilişkinin bir temsili gibidir. Aceleye gelmez, hızla pişmez; çünkü gerçek tat, bekleyişte saklıdır. Yeşilin tonları, yalnızca estetik bir tercih değil; doğaya duyulan saygının bir ifadesidir. Bu yemek, insanın doğayla kurduğu ilişkinin en rafine hâlidir: tüketmek için değil, tanımak için pişirilmiş bir tabak.

Sonuçta Risotto Primavera al Verde, bir mevsimin değil; bir varoluş biçiminin anlatısıdır. Her lokma, doğanın döngüsüne bir tanıklıktır; her aroma, yaşamın sürekliliğine bir selam. Bu yemek, yalnızca damakta değil; zihinde ve ruhta da iz bırakır. Çünkü gerçek lezzet, yalnızca tatta değil; anlamda saklıdır. Ve bu anlam, doğanın yeşil fısıltısıyla, insanın sabırlı dokunuşunda hayat bulur.