29 Mayıs 2013 Çarşamba

28 Mayıs 2013 Salı

Sen kahvemin ilk yudumu gibisin...

Sen kahvemin ilk yudumu gibisin... Yorgun bir günün ardından özlenen, istenen ve hiç sonu gelmesin istenen…
 
 Sen, kahvemin ilk yudumu gibisin; uyanışın ve fark edişin eşik noktasında duran, varlığın en yoğun hâli. O ilk yudumda ne varsa—bir geceyi sonlandıran dinginlik, bir sabahı başlatan cesaret, bir düşünceyi tetikleyen kıvılcım—hepsi sende toplanmış. Seninle temas, bir alışkanlık değil; bir ritüel. Çünkü sen, sıradan bir varlık değil; varlığın anlamını yeniden kuran bir titreşimsin. Tıpkı kahvenin ilk yudumunda olduğu gibi, sende de zaman durmaz; zaman yeniden tanımlanır.

Kahvenin ilk yudumu, bedenin değil, zihnin uyanışıdır. Sen de öylesin: dokunuşun bedene değil, bilince işler. Seninle karşılaşmak, bir tat almak değil; bir hâl değiştirmektir. O yudumda gizli olan acılık, sende de vardır; ama bu acılık, bir eksiklik değil, bir derinliktir. Çünkü gerçek tat, yüzeyde değil, tortuda saklıdır. Senin varlığın da öyle—ilk anda değil, ilk andan sonra kalan izde anlam kazanır. Ve bu iz, silinmez; zamanla daha da belirginleşir.

Sen, kahvemin ilk yudumu gibisin; çünkü sende hem başlangıç hem devam saklı. O yudum, bir sabahın vaadidir; sen ise bir hayatın ihtimali. Kahve, zihni harekete geçirir; sen, ruhu. Kahveyle düşünceler akmaya başlar; seninle duygular çözülür. Bu çözülme, bir dağılma değil; bir yeniden yapılanmadır. Çünkü sen, varlığın dağınıklığını toplamazsın; ona yeni bir biçim verirsin. Tıpkı kahvenin ilk yudumunun insanı kendine döndürmesi gibi, sen de insanı kendine çağırırsın.

Ve nihayet, sen kahvemin ilk yudumu gibisin; çünkü sende hem alışkanlık hem şaşkınlık vardır. Her sabah içilen kahve gibi tanıdık, ama her sabah yeniden şaşırtan bir tat gibi özgünsün. Seninle temas, bir tekrar değil; bir yenilenmedir. Çünkü sen, sıradanlığın içinde olağanüstü olanı taşırsın. Ve bu olağanüstülük, gürültüyle değil; sessizlikle gelir. Tıpkı kahvenin ilk yudumunda olduğu gibi, sen de insanı susturur—ama bu suskunluk, bir eksilme değil; bir tamamlanmadır.


27 Mayıs 2013 Pazartesi

Seni istemeyen biriyle neyi zorlayacaksın?


Bir ilişkinin, beraberliğin sona erme ihtimali her zaman var. Bitişi de hiçbir zaman dünyanın sonu değil. Seni istemeyen biriyle neyi zorlayacaksın? Zorlarken yaptığın, aslında kendini sorumlu bulman. Biliyor musun, senin yaptıklarınla, yaptığınla bir ilgisi yok. O ancak bir bahane olabilir. Eğer seninle olmak istiyorsa, olur. Sen ne yaparsan yap, o seninle olur, seninle paylaştığı ilişkiden vazgeçmez.
 
 İnsan, varlığını bir başkasının onayına yasladığında, kendi özünden ödün vermeye başlar. Seni istemeyen biriyle bir bağ kurmaya çalışmak, suyu reddeden toprağa yağmur taşımaya benzer—ne kadar uğraşsan da, ne kadar içten olsan da, o toprak seni kabul etmez. Çünkü istemek, yalnızca bir arzu değil; bir yönelmedir. Ve yönelme, karşılıklı olmadığında, yalnızca bir çırpınışa dönüşür. Bu çırpınış, sevgi değil; kendini inkârın sessiz biçimidir.

Zorlama, sevginin doğasına aykırıdır. Sevgi, kendiliğindenliktir; akışkanlık, karşılıklılık ve özgürlüktür. Seni istemeyen birine yönelmek, özgürlüğünü teslim etmek değil; özgürlüğünü terk etmektir. Çünkü gerçek sevgi, bir sahiplenme değil; bir tanımadır. Seni tanımayan, seni görmeyen, seni duymayan birine kendini anlatmaya çalışmak, kelimeleri boşluğa savurmaktır. Ve boşluk, yankı vermez; yalnızca yutar.

İnsan, reddedildiği yerde kalmaya çalıştıkça, kendi değerini aşındırır. Bu aşınma, dışsal değil; içsel bir çöküştür. Seni istemeyen biriyle neyi zorlayacaksın sorusu, aslında bir varoluş sorusudur: Kendini ne kadar inkâr edebilirsin? Ne kadar yok sayılmaya tahammül edebilirsin? Çünkü sevgi, bir karşılık beklemez belki; ama bir karşılık bulamadığında, kendini tüketir. Ve tüketilen, yalnızca sevgi değil; sevginin taşıyıcısı olan benliktir.

Sonuçta, seni istemeyen biriyle zorlamak, bir kapının ardında kalmak değil; o kapının hiç sana açılmadığını kabul edememektir. Bu kabul, acı verir; ama aynı zamanda özgürleştirir. Çünkü insan, ancak istemeyenlerden vazgeçtiğinde, kendini isteyenlere yer açabilir. Zorlamak, bir mücadele değil; bir körleşmedir. Ve aşk, körlükle değil; görmeyle başlar. Seni görmeyen biriyle neyi zorlayacaksın? Belki de artık kendini görmenin zamanı gelmiştir.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

olmaz benden sevgili



Benden sevgili olmaz. Ben farklıyım ne bilim beraber gezerken 'yoruldum' dersen aniden kucaklar, deli gibi koşarım. Etrafımdakiler garip garip bakarsa da indirip kahkaha atarak 'seni seviyorum' diye bağırırım. Beraber yemek yerken, zeytin kavgası yaparım. Yürüyen merdivenlere ters tarafa koşarak yarışırım. Yağmurlu günlerde şemsiye almam mesela, ıslanmaktan hasta olup, ateşi çıktığında sirkeli su yapıp alnına koyarım mesela. Sıcak havalarda başından aşağı su dökerim, buz atarım. Yeri geldiğinde su tabancasıyla su savaşı yaparız. Öyle yani, olmaz benden sevgili.

23 Mayıs 2013 Perşembe

bela sevdan



akşam oldu şehrimde
penceremde kuşlar göründü
bir yaşlı hayal gözlerimde
gözlerimi yaşlar bürüdü

çilem dolmuyor
giden dönmüyor
çalan olmuyor kapımı

ağlamaktan kurudu gözlerim
ağlıyorum neydim ne haldeyim
hatırlarsan bıraktığın yerdeyim
hala sevdalıyım
bela sevdan var ya


albümde bu şarkının sözlerinin altında tam da şunlar yazar;

iğne ile düğme gibiyiz seninle
sen bana batıyorsun acıtmıyorsun
ben cevaplar yazıyorum birilerine inat
ya beni böyle sev ya sil at
ya beni böyle sev böyle kabul et
ya çark sana döner ya sevdam elbet
hala da olmuyorsa yazılmıştır terk et...

çok sağlam girişe sahip olan parça. yağmurlu ve fırtınalı bir günde cumbalı bir evde pencerenin önünde denizdeki o tek başına duran sandalı izliyormuşsun havası verir.