28 Kasım 2015 Cumartesi

ve ben....




Müzik+
Kahve+
Nota+
Kitap+
Çay+
Çiçek+
Çikolata+
Haftasonu+
Sonra da duygularını kağıda yazmak=

VE BEN SONSUZA DEK MUTLU...

23 Kasım 2015 Pazartesi

İstanbul


"Sis" şairine ithaf edilmiştir.

Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul

Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok

Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen 
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir

Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez

Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı

Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın
 

Vedat TÜRKALİ

21 Kasım 2015 Cumartesi

dardanel tonlu patates salatası

Her yemek, yalnızca bir beslenme eylemi değil, aynı zamanda kültürel bir hafızanın, bireysel bir geçmişin ve kolektif bilinçdışının yeniden inşasıdır. Dardanel tonlu patates salatası, bu bağlamda, sıradanlığın içindeki kutsalı açığa çıkaran bir ritüeldir. Patatesin toprağa gömülü varlığı, Heidegger’in “alet olarak şey” kavramını çağrıştırır; o, işlevselliğiyle değil, varlığıyla anlam kazanır. Haşlanıp kabuğundan soyulduğunda, insanın kendi kabuğundan sıyrılıp özüne dönme çabasını simgeler. Bu dönüşüm, yemekle kurulan ilişkiyi yalnızca fiziksel değil, varoluşsal bir deneyime dönüştürür.

Soğanın yarım ay şeklinde doğranışı, zamanın döngüselliğini ve insanın geçmişle kurduğu kırılgan bağı temsil eder. Her katmanı, bir anıyı, bir pişmanlığı ya da bir arzuyu açığa çıkarır. Zeytin, Akdeniz’in kadim mitolojisinden süzülen bir simgedir; barışın, bilgeliğin ve direncin meyvesi. Onun salatadaki varlığı, yemekle kurulan ilişkinin yalnızca damakla değil, bilinçle de kurulduğunu gösterir. Pul biberin yakıcılığı, yaşamın acı-tatlı doğasını; nanenin serinliği ise bu acının ardından gelen teselliyi temsil eder. Bu karşıtlıklar, Nietzsche’nin Apolloncu düzen ile Dionysosçu kaos arasındaki gerilimini çağrıştırır.

Ton balığının büyük parçalar hâlinde salatanın üzerine yerleştirilmesi, bir tür taç giyme törenidir. Denizden gelen bu varlık, toprağın çocuklarıyla buluşur; böylece doğanın iki zıt elementi —su ve toprak— aynı tabakta uzlaşır. Bu uzlaşma, Herakleitos’un “karşıtların birliği” öğretisini somutlaştırır. Ton balığı, yalnızca bir protein kaynağı değil, aynı zamanda modernliğin konserve edilmiş hızına karşı gelenekselin yavaş ritmini hatırlatan bir figürdür. Onun varlığı, geçmişin bugündeki yankısıdır.

Son dokunuş olarak hazırlanan limonlu zeytinyağlı sos, tüm bu unsurları bir araya getiren felsefi bir bağlayıcıdır. Limonun asidik keskinliği, yaşamın beklenmedik kırılmalarını; zeytinyağının yumuşak akışı ise bu kırılmaların ardından gelen kabullenişi temsil eder. Tuz ve karabiber, varoluşun temel dualitesini —acı ve tatlı, karanlık ve aydınlık— simgeler. Böylece bu salata, yalnızca bir tarif değil, bir anlatıdır: insanın doğayla, geçmişle ve kendisiyle kurduğu çok katmanlı ilişkinin yenebilir bir alegorisi.

1 kutu dardanel ton
3 adet patates
1 adet kuru soğan
4 sap maydanoz
1 adet domates
½ demet taze soğan
1 tatlı kaşığı kırmızı pul biber
½ tatlı kaşığı kuru nane
10 adet siyah zeytin
3 yemek kaşığı zeytinyağı
1 adet limon
Tuz
Karabiber
 
Patatesleri haşlayıp kabuklarını soyun ve irice doğrayın. Soğanı soyup yarım ay şeklinde ince doğrayın.
 
Soğanları ve haşlanmış patatesleri derin bir kapta karıştırın. Bu karışıma nane, pul biber ve siyah zeytinleri ilave edip karıştırın.
 
Üzerine büyük parçalar halinde süzdürdüğünüz dardanel ton’u koyun.
Süslemek için domates, taze soğan ve maydanozu küçük parçalar halinde doğrayın.
Tuz, karabiber, zeytinyağı ve limonla sos hazırlayarak, servis yapmadan hemen önce salatanın üstüne dökün.

19 Kasım 2015 Perşembe

anti-aging rehberi

İşte etkili bir anti-aging rehberi: Cilt sağlığını korumak, yaşlanma belirtilerini geciktirmek ve genç bir görünüm sürdürmek için bilimsel, bütüncül ve sürdürülebilir bir yaklaşım şarttır.

🧬 1. Cilt Bakımında Bilimsel Temeller

- Nazik Temizlik: Sert temizleyiciler cildin doğal bariyerini zayıflatır. Cildi kurutmayan, pH dengeli ürünler tercih edilmelidir⁽¹⁾.
- Güneş Koruyucu Kullanımı: UV ışınları yaşlanmanın en büyük dışsal nedenidir. Güneşli ya da bulutlu fark etmeksizin her gün SPF 30+ içeren bir koruyucu kullanılmalıdır.
- Anti-aging Aktifler: Retinol, C vitamini, peptitler, hyaluronik asit ve niasinamid gibi içerikler kolajen üretimini destekler, cilt tonunu eşitler ve kırışıklıkları azaltır.

🥗 2. Beslenme ve Yaşam Tarzı

- Antioksidan Zengini Beslenme: C vitamini, E vitamini, polifenoller ve omega-3 yağ asitleri hücre yaşlanmasını yavaşlatır. Renkli sebzeler, meyveler, zeytinyağı ve balık tüketimi önerilir.
- Şeker ve İşlenmiş Gıdalardan Kaçınma: Glikasyon, ciltte kolajen kaybına yol açar. Rafine şeker tüketimi sınırlandırılmalıdır.
- Yeterli Uyku ve Stres Yönetimi: Uyku sırasında büyüme hormonu salgılanır, bu da hücre yenilenmesini destekler. Meditasyon ve nefes egzersizleri kortizol seviyelerini düşürerek yaşlanmayı yavaşlatabilir.

🏋️‍♀️ 3. Fiziksel Aktivite ve Hormon Dengesi

- Düzenli Egzersiz: Kan dolaşımını artırır, hücrelere daha fazla oksijen taşınmasını sağlar. Bu da ciltte canlılık ve elastikiyet kazandırır.
- Hormon Desteği: Özellikle menopoz sonrası dönemde östrojen seviyelerindeki düşüş ciltte incelme ve kuruluğa neden olabilir. Bu süreçte dermatolog veya endokrinolog desteğiyle uygun takviyeler değerlendirilebilir.

🧴 4. Ürün Seçimi ve Rutin Oluşturma

- Cilt Tipine Uygun Ürünler: Kuru ciltler için yoğun nemlendiriciler, yağlı ciltler için su bazlı formüller tercih edilmelidir.
- Gece ve Gündüz Rutinleri: Gece retinol ve peptitler, gündüz antioksidanlar ve SPF içeren ürünlerle desteklenmelidir.
- Düzenlilik: Anti-aging bakım bir maratondur. Ürünlerin etkisi için en az 6-8 haftalık düzenli kullanım gerekir.

> Unutmayın: Yaşlanma doğal bir süreçtir; amaç zamanı durdurmak değil, onunla uyum içinde sağlıklı ve estetik bir yaş alma süreci inşa etmektir.

Çiğ ve taze sebzenin antioksidan düzeyi yüksektir, pişirmeyle bir kısmı yok olur.
Kuru baklagillerde bol miktarda bulunan saponinler, antioksidan etki göstererek hücrelerimizdeki DNA mutasyonlarını önler ve anti-kanserojen etki gösterir. 
 
En iyi antioksidan yağ, zeytinyağıdır. Bol E vitamini içerir, gençlik sağlar ve hastalıklardan uzak tutar. Zeytinyağı kötü kolesterolün (LDL) okside olmasını ve damar duvarına girmesini önler, iyi kolesterolü (HDL) artırır. Böylece, damar sertliğinden, kalp-damar sistemi hastalıklarından, kalp krizi ve felçten uzak tutar. Akdeniz tipi beslenen insanlarda kalp krizi ve felç riski çok düşüktür. 
 
Avokado meyvesi tekli doymamış yağdan zengindir, kötü kolesterolü (LDL) düşürerek, kalp hastalığı riskini azaltır. 
 
Beyaz gıdalar yerine, kepekli ekmek, bulgur, kırmızı mercimek, spagetti, elma, armut gibi glisemik indeksi düşük olan yiyecekler tercih edilmelidir.
Günde 30-35 gram kadar lif alınmalı. Lif, bitkisel gıdaların iskeletini oluşturduğundan, ne kadar fazla sebze, meyve ve işlenmemiş tahıl yenirse o kadar fazla lif alınmış olur.

amalfi, italya

Amalfi, İtalya'nın Campania bölgesinde, Salerno Körfezi kıyısında yer alan tarihi ve büyüleyici bir sahil kasabasıdır. UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Amalfi, hem doğal güzellikleri hem de zengin tarihî mirasıyla dikkat çeker.

🏛️ Tarihî ve Kültürel Miras

- Amalfi Dükalığı: 9. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar Akdeniz’de önemli bir deniz cumhuriyeti olan Amalfi, ticaret gücüyle öne çıkmıştır. Bu dönemde Bizans ve Arap dünyasıyla kurduğu ilişkiler, kasabanın kültürel çeşitliliğini şekillendirmiştir.
- Katedral ve Mimari: Amalfi’nin kalbinde yer alan Sant’Andrea Katedrali (Duomo di Amalfi), Arap-Norman mimarisiyle dikkat çeker. Mermer sütunları, mozaikleri ve bronz kapılarıyla Gotik ve Barok unsurları birleştirir.
- Tarihi Çeşmeler ve Dar Sokaklar: Kasabanın labirent gibi dar sokakları, tarihî çeşmeleri ve taş merdivenleri, ziyaretçileri adeta Orta Çağ’a götürür.

🌊 Doğal Güzellik ve Lezzetler

- Coğrafya: Amalfi, Monte Cerreto Dağı’nın eteklerinde, derin bir vadinin ağzında kurulmuştur. Uçurumlarla çevrili bu kasaba, dramatik kıyı manzaralarıyla ünlüdür.
- Limon Bahçeleri: Bölge, devasa limonlarıyla meşhurdur. Limoncello likörü, limonlu dondurma ve sabun gibi ürünler yerel kültürün ayrılmaz parçasıdır⁽²⁾.
- Deniz Ürünleri: Karides, kalamar ve midye gibi taze deniz mahsulleri, Amalfi mutfağının temel taşlarındandır.

🧭 Ziyaret İçin İpuçları

- Ulaşım: Amalfi’ye Napoli veya Salerno üzerinden otobüs, feribot ya da özel araçla ulaşmak mümkündür. Kıyı yolları dar ve virajlıdır; bu da yolculuğu hem heyecanlı hem de manzaralı kılar.
- Yakın Yerler: Positano, Ravello ve Sorrento gibi diğer Amalfi Kıyısı kasabaları da keşfe değerdir.
- Konaklama ve Zamanlama: Bahar ve sonbahar ayları, kalabalıktan uzak, ılıman bir Amalfi deneyimi için idealdir.

Amalfi, yalnızca bir coğrafya değil, zamanın kıyıya vurduğu bir bilinçtir. Campania’nın sarp kayalıklarına tutunmuş bu kasaba, Akdeniz’in hem tanığı hem de anlatıcısıdır. Burada taş, tuz ve güneş; yalnızca doğanın unsurları değil, aynı zamanda birer epistemolojik göstergedir. Amalfi’nin dar sokaklarında yürümek, aslında bir metnin satır aralarında gezinmektir: her taş, bir harf; her gölge, bir suskunluk. Bu kent, mekânın zamana direndiği, hafızanın topografyaya dönüştüğü bir varoluş biçimidir.

Mitolojik düzlemde Amalfi, deniz tanrılarının terk etmediği bir liman gibidir. Poseidon’un köpüklü öfkesiyle Afrodit’in narin cazibesi arasında salınan bu kıyı, hem erosun hem thanatosun izlerini taşır. Rivayet odur ki, Herkül’ün büyük aşkı Amalfi burada gömülüdür; ve kasaba onun adını taşır. Bu anlatı, mekânın yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve mitopoetik bir derinliğe sahip olduğunu gösterir. Amalfi, aşkın ve kaybın, doğumun ve yası tutulan bir güzelliğin ebedi sahnesidir.

Felsefi olarak Amalfi, Heidegger’in “yer” kavramında yankı bulur: bir mekân değil, varlığın açığa çıktığı bir sahnedir. Burada insan, doğayla kurduğu ilişkiyi yeniden düşünür; çünkü uçurumun kenarında duran her bakış, sonsuzluğun eşiğinde bir içe dönüşe davettir. Amalfi’nin ufku, yalnızca gözle değil, bilinçle de aşılır. Bu kıyı, Levinas’ın “öteki”sini çağırır; çünkü her gelen, kendi içindeki yabancıyla yüzleşir. Amalfi, bu yüzleşmenin estetikle örtülmüş, ama metafizikle derinleşmiş hâlidir.

Akademik bağlamda Amalfi, kültürel sürekliliğin ve mimari belleğin bir laboratuvarıdır. Arap-Norman etkilerinin izlerini taşıyan katedrali, Bizans’tan Venedik’e uzanan bir kültürel palimpsesttir. Bu çok katmanlılık, postmodern mekân kuramlarının somut karşılığıdır: tek bir anlatının değil, çoklu anlatıların iç içe geçtiği bir dokudur Amalfi. Ve bu doku, yalnızca gözle değil, sezgiyle okunur. Çünkü Amalfi, haritalarda değil, hafızalarda yer eden bir kıyıdır — zamanın kendini unutmamak için kıyıya yazdığı bir şiir.


Steinbeck'in "yaşarken bile tam olarak gerçek olduğuna inanamadığınız bir rüya diyarı" olarak anlattığı Amalfi sahili, turkuaz denizi, irili ufaklı rengarenk kasabaları, dimdik yükselen tepeleriyle nefes kesici. Tüm bu doğal güzelliği İtalyan mutfağının en iştah açıcı örnekleri ve Capri'de en son moda alışverişle bir araya getiren Amalfi, bikininin de ilk görüldüğü yerlerden.

Kaçırılmaması gerekenler: Positano Hotel San Pietro'da güneş batımına karşı akşam yemeği. Ravello'da Villa Cimbrone'de akşamüstü gezisi. Palazza Sasso'da aperatif yudumlamak, ardından açık hava tiyatrosunda caz konseri. Amalfi Katedrali'nin basamaklarında Audrey Hepburn gibi fotoğraf çektirmek. Hotel Santa Katerina'da akşam yemeği. Capri'den hediye etmek üzere limoncello satın almak ve yemekten sonra kahveyle sfogliatella'lardan tatmak.

18 Kasım 2015 Çarşamba

her şerde bir hayır, her hayırda bir şer mutlaka vardır...


iki melek yeryüzünü dolaşmaya çıkmışlar, tabii insan kılığında. Akşam olmuş, kentin en zengin semtinde lüks bir villanın kapısını Tanrı misafiri olarak çalmışlar. Ev sahipleri somurtarak buyur etmişler onları. Yemek falan teklif etmemişler. Sıcacık misafir odaları yerine, buz gibi ve nemli bodruma iki şilte atıp "Geceyi burada geçirebilirsiniz" demişler.
Şilteleri betona sererken, yaşlı melek duvarda bir çatlak görmüş. Elini uzatmış. Şöyle bir sürmüş yarığa, duvar eskisinden sağlam olmuş. Genç melek, "Niye yaptın bunu?" diye sormuş merakla.
"Her şey her zaman göründüğü gibi değildir" demiş yaşlı melek yavaşça.
Ertesi akşam melekler bir köy evinde çok fakir, ama çok iyiliksever bir aileye misafir olmuşlar. Her şeyleri bir tanecik inekleri imiş. Onun sütünü satıp geçiniyorlarmış. Ev sahipleri mütevazi sofraların almış onları. Allah ne verdiyse beraber yemişler. Yatma zamanı gelince kadın "Siz uzun yoldan geliyorsunuz, yorgun olmalısınız" demiş. "Bizim yatakta siz yatın, bir rahat uyuyun. Biz şu divanda idare ederiz."
Güneş doğarken uyanan melekler, zavallı adamla karısını iki gözleri iki çeşme ağlar bulmuşlar. Hayattaki tek servetleri inekleri bahçede ölü yatıyormuş. Genç melek öfkeden deliye dönmüş. "Bunu nasıl yaparsın? Bu kadar iyi insanların yegane servetinin ölmesine nasıl izin verirsin? Önceki gece gittiğimiz villada her şey vardı ama kötü ev sahipleri bize hiçbir şey vermediler. Sen onların bodrumlarını tamir ettin. Bu fakir insanlar bizimle her şeylerini paylaştılar. İneklerinin ölmesine göz yumdun?"
"Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat" demiş yaşlı melek gene.
"Nasıl yani?" diye daha da öfkeyle yinelemiş sorusunu genç melek.
"Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat" demiş yaşlı melek bir daha. Ve anlatmış:
"İlk gittiğimiz zengin evinin o duvar çatlağının içinde yıllar önceden saklanmış bir hazine vardı. Ev sahipleri zenginlikleri ile çok mağrur, ama hiç paylaşmayı sevmeyen insanlar oldukları için bu defineyi bulmayı hak etmemişlerdi. Çatlağı kapayıp onları bu hazineden ebediyen mahrum ettim.. Dün gece fakir köylünün yatağında yatarken ölüm meleği adamın karısını almaya geldi. Kadının hayatını bağışlamasına karşılık ona ineği verdim.
Her şey her zaman göründüğü gibi değildir. İşler bazen istendiği gibi gitmez göründüğünde, aslında olan budur. Eğer inançlı isen, her işte bir hayır olduğunu düşünürsün. O hayrın ne olduğunu da, bir süre sonra anlarsın."

her şerde bir hayır, her hayırda bir şer mutlaka vardır...

17 Kasım 2015 Salı

günlük tutmak farkındalık sağlar

 Kesinlikle. Günlük tutmak, yalnızca duyguların dökümünü yapmak değil, aynı zamanda bireyin kendine dönük bir aynasıdır. Bu eylem, farkındalığın —yani kişinin kendi düşünce, duygu ve davranışlarını gözlemleyip anlamlandırma yetisinin— gelişmesine doğrudan katkı sağlar. İşte bu ilişkinin derinliğine dair bazı düşünceler:

🧠 Günlük Tutmanın Farkındalıkla İlişkisi

- Zihinsel Netlik: Günlük yazmak, zihinsel karmaşayı düzene sokar. Düşünceler yazıya döküldüğünde, soyut olan somutlaşır; bu da kişinin iç dünyasını daha iyi anlamasını sağlar.
- Duygusal Farkındalık: Yazarken kişi, bastırdığı ya da farkında olmadığı duygularla yüzleşebilir. Bu, duygusal zekânın gelişmesine ve daha sağlıklı tepkiler vermeye yardımcı olur.
- Davranışsal Gözlem: Günlük, bireyin tekrar eden davranış kalıplarını fark etmesini sağlar. Bu da değişim ve gelişim için bir başlangıç noktasıdır.
- Zaman İçinde Kendini Görmek: Geçmişe dönüp yazılanları okumak, bireyin nasıl değiştiğini, hangi düşüncelerin sabit kaldığını ya da nasıl dönüştüğünü gösterir. Bu, hem bir öğrenme hem de bir şifa sürecidir.

 Günlük tutmak, yalnızca kelimelerin kâğıda dökülmesi değil, insanın kendi varlığına yönelttiği bir içsel bakışın ritüelidir. Bu eylem, antik çağlardan beri bilgelik arayışının sessiz tanığı olmuştur. Tıpkı Orpheus’un yeraltına inişinde olduğu gibi, birey de kendi bilinçdışının karanlık katmanlarına inmeye cesaret eder. Her cümle, Lethe’nin unutuş sularına karşı Mnemosyne’nin hafızasında bir iz bırakma çabasıdır. Günlük, zamanın düz çizgisel akışına karşı bireyin kendi iç zamanını kurduğu bir mitopoetik alandır.

Felsefi düzlemde, bu yazınsal eylem, Husserl’in fenomenolojisinde olduğu gibi, “şeylerin kendisine dönme” arzusunun bir tezahürüdür. Günlük, öznenin kendi deneyimini askıya alarak gözlemlediği bir bilinç alanı yaratır. Bu bağlamda, farkındalık, yalnızca bir dikkat hali değil, varlığın kendi üzerine düşünmesidir. Heidegger’in “dasein” kavramında olduğu gibi, insan, kendi varoluşunu ancak bu tür bir içe bakışla anlamlandırabilir. Günlük, bu anlamlandırma sürecinin hem aracı hem de tanığıdır.

Mitolojik anlatılarda kahraman, yolculuğa çıkmadan önce bir kehanetle karşılaşır; günlük ise modern bireyin kendi kehanetini yazdığı metindir. Her satır, Prometheus’un ateşi gibi, karanlığa tutulan bir ışıktır. Yazmak, yalnızca geçmişi kaydetmek değil, geleceği inşa etmektir. Bu bağlamda günlük, kaderin çizilmediği, yazıldığı bir alandır. Kişi, yazdıkça kendi mitini kurar; sıradan günlerin arasına serpiştirilmiş kutsal anları ayıklar, anlamı sıradanlığın içinden damıtır.

Akademik psikolojide, özellikle Jung’un “gölge” arketipiyle ilişkilendirilen günlük yazımı, bireyin bastırılmış yönleriyle yüzleşmesini sağlar. Bu yüzleşme, bireyin bütünleşme sürecinde zorunlu bir aşamadır. Günlük, bu bağlamda bir terapi değil, bir felsefi praksistir; bireyin kendini hem özne hem nesne olarak konumladığı bir diyalog alanıdır. Yazarken kişi, yalnızca olanı değil, olması gerekeni de tahayyül eder. Ve bu tahayyül, farkındalığın en rafine biçimidir: insanın kendini hem yazan hem okuyan olarak yeniden kurduğu bir varoluş estetiği.

 

15 Kasım 2015 Pazar

meksika salatası

Her yemek, yalnızca bedenin değil, zihnin ve ruhun da beslenmesine hizmet eden bir anlatıdır. Meksika salatası, bu bağlamda, doğanın dört temel unsurunun —toprak, su, hava ve ateşin— bir araya geldiği bir sofra mitosudur. Fasulyenin toprağın bağrından gelen kadim bilgeliği, mısırın güneşle kurduğu kadim ittifak, domatesin Dionysosçu coşkusu ve kişnişin rüzgârla fısıldaşan aroması, bu salatada bir araya gelerek bir tür gastronomik kozmogoni yaratır. Bu birleşim, yalnızca tatların değil, kültürlerin ve zamanların da senkronize olduğu bir evrensel dansa dönüşür.

Felsefi düzlemde bu salata, Levinas’ın ötekilik kavramıyla yankılanır. Her bir malzeme, kendi kimliğini koruyarak bir bütünün parçası olur; hiçbir bileşen diğerini bastırmaz, aksine onunla birlikte var olur. Bu, etik bir birlikteliğin, çokluk içinde birliğin mutfaktaki izdüşümüdür. Limonun asidik keskinliğiyle zeytinyağının yumuşak akışı, Nietzsche’nin Apolloncu düzen ile Dionysosçu taşkınlık arasında kurduğu gerilimi çağrıştırır. Salata, bu iki kutbun uyumlu çatışmasından doğan bir lezzet diyalektiğidir.

Mitolojik bir perspektiften bakıldığında, bu salata, bereket tanrıçalarının —Demeter’in, Ceres’in, Tlazolteotl’un— sofraya bıraktığı bir armağan gibidir. Mısır, Azteklerin kutsal tohumu olarak, zamanın döngüselliğini ve yaşamın sürekliliğini temsil eder. Kişnişin aroması, Hermes’in haberciliğini üstlenir; duyulara seslenen bir mesaj taşır: “Tat, çünkü bu an biriciktir.” Marulun serinliği, Persephone’nin yeraltından dönüşünü müjdelercesine, yaşamın yeniden doğuşunu simgeler. Böylece bu salata, yalnızca bir tarif değil, bir mitin yeniden kurulmasıdır.

Akademik antropoloji açısından bu yemek, kültürel melezliğin bir örneğidir. Meksika’nın yerli tarım ürünleriyle Akdeniz’in zeytinyağlı geleneği arasında kurulan bu bağ, küresel mutfakların postmodern sentezini yansıtır. Bu salata, sınırların geçirgenliğini, kimliklerin akışkanlığını ve tatların evrensel dilini gösterir. Her lokma, bir coğrafyanın, bir tarihin ve bir halkın hafızasını taşır. Ve insan, bu hafızayı damağında taşıyarak, yalnızca doymakla kalmaz; aynı zamanda anlamla beslenir.



Malzemeler:
450 gr konserve Meksika fasulyesi
100 gr mısır
2 adet domates
1 demet taze soğan
1 demet taze kişniş
2 adet limon
2 yemek kaşığı sızma zeytinyağı
1 adet marul
 
Hazırlanışı:
Domatesleri ve taze soğanı güzelce yıkayın. Domatesleri küp küp, taze soğanı da ince halkalar halinde doğrayın. İri kıyılmış kişniş, Meksika fasulyesi, domates soğan ve mısırları bir kabın içine k oyarak, iyice karıştırın. Limonları sıkın ve karışıma ilave edin. Üzerine zeytinyağı, tuz ve karabiber ekleyin. Meksika salatasını, marulla birlikte servis yapabilirsiniz.

13 Kasım 2015 Cuma

ıssızlığın çığlığı


Cam ipliğinden sıkı dokunmuştur
kristal vitrindeki bu loş kadın
soğuk tenhalığında kaşları alnının
ince bir hayretle sanki donmuştur
yansımaları sokağa vurmuştur
kafasındaki müstehcen dazlaklığın
sedef boşluğunda aralık ağzının
sevişmelere çağrısı korkunçtur.

Taşralı bir 'köpek' buna tutulmuştur
simsiyah bir ünlem önünde camların
her gece jiletle kazıyamadığın
kaç kere kaçırmayı filan kurmuştur
çünkü kadınlar gözünü korkutmuştur
kraliçesi budur yalnızlığın
ürettiği nilüfer iç bataklığının
cansız olmasından neler ummuştur.

Issızlık çığlığını şehirde unutmuştur.

ATİLLA İLHAN

9 Kasım 2015 Pazartesi

Ara Güler













Ara Güler, Türkiye'nin ve dünyanın en önemli fotoğraf sanatçılarından biri olarak kabul edilen, “İstanbul’un Gözü” lakabıyla tanınan usta bir foto muhabiridir. Onun objektifi, yalnızca görüntüleri değil, zamanın ruhunu da yakalayan bir hafıza makinesi gibidir.

📸 Hayatı ve Sanat Anlayışı

- Doğumu ve Kökeni: Ara Güler, 16 Ağustos 1928’de İstanbul Beyoğlu’nda Ermeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Asıl adı Mıgırdiç Ara Derderyan’dır.
- Eğitimi ve İlk Yıllar: Getronagan Ermeni Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne devam etti. Ancak sinema ve tiyatroya olan ilgisiyle Muhsin Ertuğrul’un tiyatro kurslarına katıldı ve sanatla iç içe bir yol izledi.
- Fotoğrafçılığa Başlangıç: 1950’lerde gazeteciliğe adım attı. Hayat dergisinde fotoğraf bölüm şefi olarak çalıştı. Time-Life, Paris Match ve Der Stern gibi uluslararası yayınlarda fotoğrafları yayımlandı.

🌍 Küresel Tanınırlık ve Mirası

- Uluslararası Ün: 1961’de İngiltere’de yayımlanan Photography Annual dergisi, onu dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri olarak tanımladı. Magnum Photos ajansına bağlı olarak çalıştı.
- Sanat Felsefesi: Ara Güler, kendisini “sanatçı” değil, “tarihçi” olarak tanımlardı. Ona göre fotoğraf, bir anı dondurmak değil, o anın tanıklığını yapmaktı. “Ben fotoğrafı sanat olsun diye çekmem. Tarih olsun diye çekerim,” sözü bu yaklaşımın özüdür.
- İstanbul’un Hafızası: Özellikle 1950–1980 arası İstanbul’un sokaklarını, insanlarını, kaybolan mahalle kültürünü belgeleyerek kentin görsel hafızasını oluşturdu. Onun kareleri, bir şehrin ruhunu anlatan sessiz şiirler gibidir.

🏅 Ödüller ve Vefatı

- Ödülleri: Légion d'honneur (Fransa), Türkiye Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü gibi birçok prestijli ödüle layık görüldü⁽¹⁾.
- Vefatı: 17 Ekim 2018’de 90 yaşında İstanbul’da hayatını kaybetti. Şişli Ermeni Mezarlığı’na defnedildi.

Ara Güler’in mirası, yalnızca fotoğraf karelerinde değil, aynı zamanda Türkiye’nin görsel tarihini anlatan bir anlatıcı olarak bıraktığı izde yaşamaya devam ediyor.

8 Kasım 2015 Pazar

Avokado


Avokado, kabuğu yeşil, yenen kısımları beyaz, iri çekirdekli bir meyvedir. Avokadonun anavatanı Meksika ve Guetamala olmakla birlikte günümüzde ülkemizin güney sahillerinde de üretiliyor.
Avokado, tam olgunluğa toplandıktan sonra erişir. Lezzetini anlamak için olgunlaşmasını beklemek gerekiyor. Bunun için hemen tüketmek üzere satın alıyorsanız, bilinenin aksine yumuşak olanı seçmeniz daha iyi. Seçerken aynı zamanda derisinin parlak ve kaygan olmasına, salladığınızda çekirdeğin sesinin gelmesine dikkat edin. Ama eğer birkaç gün sonra tüketecekseniz, sert olanı tercih etmeniz daha iyi olacaktır. Gazete kağıdına sarılan avokadolar birkaç gün içinde yenecek olgunluğa ulaşırlar. Avokadoyu oda ısısında bekletmek gerekir. Buzdolabına koymanız, soğuktan hiç hoşlanmayan bu meyvelere iyi gelmez. Meyve olmasına rağmen, daha çok sebze gibi kullanılır. Limon suyu ile iyi uyum sağlar. Baharatla pişirilen yemeklerle, acılı soslarla kullanılabilir. Giriş yemekleri ve salatalarda da bolca kullanılan avokado, nötr tadıyla çok farklı yerlerde karşımıza çıkar. Bir omletin içine, çorbalara, peynirli makarna soslarına katılabildiği gibi, tatlı olarak hazırlanan, çilekli puding ve sorbelerde de kullanılabilir.
100 gramında yaklaşık olarak 180 kalori vardır. Aynı zamanda diğer meyvelere oranla yüksek potasyum ve C vitamini içerir. Bu kalori değerini ise dokusunda yüksek oranda yağ olmasına borçludur.
Avokado ancak yumuşadıktan sonra yenilebilir. Sert iken acıdır. Yumuşayan Avokadonun kabuğu ince şekilde soyulur. (El veya bıçak ile soyulabilir.)
Avokado nasıl yenir ?
1. Meyva uzunlamasına ortadan kesilir. Ortadaki iri çekirdek çıkarılır. Meyva ince ince cips gibi doğranır veya ezilir. Tuz, kırmızı veya karabiber ekilir. Limon sıkılır karıştırılır. Arzuya göre biraz taze veya kuru soğan kıyılarak ilave edilir. Maydanoz ve domates ilave edilebilir. Salata gibi yenir, yağ istemez.
2.Soyulmuş ve ezilmiş avakado sarımsaklı yoğurt ile karıştırılır. Limon ilave edilmez, böyle de yenilebilir.
3. Omlet yapılır. Peynir yerine avokado konur.
4. Mantar sote gibi sote yapılabilir.
5. Ezilmiş avokado bal ve ezilmiş cevizle karıştırılır. Bu takdirde tuz, limon, biber ilave edilmez.
Bazı öneriler
1. Avokadoları soyduktan sonra kararmamaları için limonlu suda bekletin.
2. Saltalar için, avokadoları dilimlemek yerine bir kaşıkla oval parçalar çıkardıktan sonra üzerlerine limon sıkarak servis yapabilirsiniz.
3. Çabuk sos hazırlamak için, soyulmuş avokadoyu püre haline getirin. İçine 1 çorba kaşığı rendelenmiş soğan, 1 limonun suyu, 4-5 damla acısos, tuz ve karabiber ekledikten sonra karıştırın. Havuç, salatalık ve kerevizle servis yapın.
4. Avokado tavuğa çok yakışır. Taze bir pidenin veya sandviçin içine haşlanmış tavuk, ince dilimlenmiş avokado, salata yaprakları, domates dilimleri ve taze soğan koyun. Arasına mayonez gezdirin.

6 Kasım 2015 Cuma

değişim


Ben, kendimi bulmak ve yaşamak için değişiyorum.
Ben, sadece kendi varlığımı hissetmek için değişiyorum.
Ben, hayatımı yaşamak için değişiyorum.
Ben, istediklerime EVET, istemediklerime HAYIR diyebilmek için değişiyorum.
Ben, kendimi ve herkesi AFFETMEK için değişiyorum.
Ben, olmuşu, olanı, olacak olanı, tüm deneyimlerimi, herkesi ve her şeyi tam olduğu haliyle KABUL etmek için değişiyorum.
Ben, kendimi VAR etmek için değişiyorum.
Ben, tüm korkularımı bırakmak için değişiyorum.
Ben, tüm bağımlılıklarımı bırakarak ÖZGÜRLEŞMEK için değişiyorum.
Ben, KENDİMİ YAŞAMAK için değişiyorum.


Değişimi kendi sonsuz ve sınırsızlığımı hatırlamak için istiyorum. Değişim, benim içsel huzura kavuşma, keyifle hayatın içinde akma, sadece içimin istediklerini yapma ve yaşama sevincine yeniden kavuşma ve yaşadığım her an’a şükretmem içindir.
Ben, seçimimi yaptım. Ben kendimi değiştirmeyi seçtim. Bu yolda zaman zaman tökezledim, çok canım acıdı, yoruldum. Ancak kararlılığımı ve inancımı hiç kaybetmedim. Ve sonunda kendi gerçeğimi görmeye başladım. İçimde her an, yeni keşifler yaşıyorum. Eskiden yaşadıklarımı geride bıraktım. Onları tekrar yaşamamak için neler yapacağımı artık biliyorum.

5 Kasım 2015 Perşembe

Zaten onu hiç sevmedim ben, hiç sevmedim. Yalnızlığımı bölüştüm bir ara...


“Zaten onu hiç sevmedim ben, hiç sevmedim. Yalnızlığımı bölüştüm bir ara hepsi o kadar; sonra içten içe gülüştük biraz, bir demet çiçek, niyet kuşu, deniz kıyısı, karpuz sergisi, falan filan…”


4 Kasım 2015 Çarşamba

Can Yücel - Sakız Ağacı


O bir sakız ağacıydı, alelade
Bir gün o yeşil sahile çıktı geldi
O zaman bu zamandır memnun yerinden
Seyreder bulutları, göğü, denizi

Titreşirdi rüzgarla güneşli yaprakları
Ömür sürdü öyle hoşnut dünyasından
Aydınlıktan uyku tutmazdı bazı gece
Motor sesi duyulurdu uzaklardan

Tanrı adın işitmedi ömründe
İnanmadan da madem yaşanıyor diye
Rüzgarlı bir kıyıda, sevinç içinde
Yaşamak dururken düşünmek niye?

Anmadı geçenleri bir defa bile
Ne uğraşır mesut olan gelecekle?
Bir avare misali, günü gününe,
O bir sakız ağacıydı, yaşadı sade.

Can Yücel

3 Kasım 2015 Salı

bazen iyi şeyler biter ki daha iyileri başlayabilsin....


Her şeyin bir nedeni olduğuna inanırım. İnsanlar değişir ve siz de umursamamayı öğrenirsiniz, bir şeyler ters gider ve böylelikle her şey yolundayken bunun kıymetini anlayabilirsiniz, yalanlara inanırsınız ve sonunda kendinizden başka kimseye güvenmemeniz gerektiğini anlarsınız ve bazen iyi şeyler biter ki daha iyileri başlayabilsin....