28 Şubat 2015 Cumartesi

kartezyen şüphe



Descartes, bir matematik dehasıydı ve bu alanda cebirin geometriye uygulanmasından oluşan yeni bir kod buldu. Bu kol, analitik geometri ya da koordinat geometrisi olarak çeşitli adlar altında bilinir. Descartes, aynı zamanda, diyagramı da buldu. Bir diyagram üzerinde yer alan herkesin bildiği o iki çizgi onun adını taşımaktadır. Bunlara Kartezyen koordinatlar denir; Kartezyen de, Descartes adından türetilmiş bir sıfattır. Matematiğin apaçık ve tümüyle güvenilir kesinlikleri Descartes’i heyecanlandırmaktaydı. Böylece, matematiğe kesinliğini veren şeyin, bilginin öteki alanlarına uygulanıp uygulanamayacağını düşünmeye başladı. Eğer bu mümkün olabilirse, hiçbir şeyin kesin olarak bilinemeyeceğini savunan Septikleri kolayca çürütebilecek bir şey olacaktı elimizde. Fakat, bundan da önemlisi, modern anlamıyla bilimin üzerinde inşa edilebileceği dünya hakkında kesin bilgi elde etmenin bir yöntemine kavuşabilecektik.

Descartes, matematiğin, kesinliğini şu bir dizi nedene borçlu olduğunu sonucuna vardı. Matematik tanıtlamalar, son derece basit az sayıda öncülden başlamaktaydı; bu basitlik, (iki nokta arasındaki en kısa mesafe düz bir çizgidir önermesinde olduğu gibi) o denli temel ve apaçıktı ki onlardan şüphe etmek olanaksızdı. Daha sonra, her seferinde mantıksal bir adım atılarak bu tanıtlamalardan tümdengelimsel biçimde ilerlenirdi. Her adım, yanlışlanamaz, çok basit ve yine kesindi. Daha sonra, –ki bu matematiğin büyüsüne kapılmış herkesi kendinden geçiren bir şeydir – her biri basit ve apaçık olan öncüllerden yine her biri basit ve apaçık olan mantıksal adımlarla ilerlerken, ne basit ne de apaçık olan sonuçlara vardığınızı fark edersiniz: Önünüzde öngörülmemiş buluşlarla dolu bir dünya açılmaya başlar.

Bu buluşların çoğu şaşırtıcıdır ve uygulamada büyük yararları vardır; ayrıca hepsinin doğruluğuna güvenilebilir.
İnsana, keşfedilmeyi bekleyen bu dünyanın bir sonu yokmuş gibi gelir. Descartes’in yaptığı gibi, matematikçiler beklenmedik yeni yollar açmışlar hep. Şimdi, bu yöntemi matematiksel olmayan bilgilere tastamam uygulamak mümkün müdür, diye sorar Descartes. Matematiğin dışında doğruluğundan şüphe edilemez önermeler bulabilirsek, onları, tümdengelimsel kanıtlamalarda öncül olarak kullanabiliriz; bu durumda, onlardan mantıksal olarak çıkarsadığımız herşey doğru olmak zorundadır. Bu bize, bilgi yolunda buluşlarına yüzde yüz güvenebileceğimiz yöntemsel bir temel sağlayacaktır. Fakat, böyle öncüller var mıdır? Yoksa, matematik ve mantık dışında, kesin olarak bilebileceğimiz bir şey yok mudur? Bu tür kesin öncüller arayışında Descartes üç evreden geçti. İlkin, doğrudan ve dolaysız deneyi önüne koydu. Çıplak gözle kilise kulesine ya da bir bölümü suya batmış şu ağaca baktığımda, elbette duyularımın dolaysız tanıklığına güvenebilirim. Ama heyhat! Araştırma sırasında, doğrudan gözlemin bizi sık sık yanılttığı ortaya çıkmaktadır. Gündüz altın gibi parlayan, günbatımında kızıllaşan şu kilise kulesi, diğer zamanlarda gri görünmektedir. Suya girdiği noktada eğik görünen şu dalın, sudan çıkartıldığında düz olduğu görülüyor. Dolayısıyla, onlara ne kadar doğrudan baksam da, aklım ne kadar uyanık ve tetikte olsa da, gerçekte şeylerin bize göründüğü gibi olduklarından asla emin olamayız.

Felsefenin Öyküsü
Bryan Magee

27 Şubat 2015 Cuma

akaşa kavramı

Sessiz Hafıza: Akaşa’nın Kozmik Dokusu

Akaşa, yalnızca bir ezoterik kavram değil; varlığın en derin titreşimini taşıyan, zamanın ve mekânın ötesinde bir kayıt düzlemidir. O, ne görülebilir ne de işitilebilir; ama her şey onda iz bırakır. Doğu metafiziğinde “beşinci element” olarak tanımlanan akaşa, Batı felsefesinin logos arayışına bir yankı gibidir: her şeyin kaynağı, her şeyin tanığı. İnsan, düşüncesiyle, eylemiyle, hatta niyetiyle bu kozmik kumaşa dokunur; ve her dokunuş, evrensel hafızada bir iz bırakır.

Bu izler, zamanın çizgisel akışına karşı duran bir tür metafizik arşivdir. Akaşa, geçmişin yalnızca birikimi değil, onun yankılanmasıdır. Her düşünce, bir titreşim; her duygu, bir dalga. Ve bu dalgalar, akaşanın sessiz yüzeyinde sonsuza dek salınır. Platon’un idealar dünyası gibi, akaşa da duyuların ötesinde bir gerçeklik sunar: görünmeyen ama etkileyen, bilinmeyen ama hissedilen. İnsan, bu düzleme eriştiğinde, yalnızca bilgiye değil, bilincin kendisine temas eder.

Akaşa’nın varlığı, insanın özgür iradesiyle kader arasındaki ince çizgide bir sorgulama başlatır. Eğer her şey kaydediliyorsa, özgürlük nedir? Eğer her niyet yankılanıyorsa, sorumluluk nerede başlar? Bu sorular, etik ile ontolojinin kesiştiği noktada yankılanır. Akaşa, yalnızca bir bilgi deposu değil; aynı zamanda bir ahlaki yankı sistemidir. Her eylem, evrenin sessiz vicdanında bir titreşim yaratır. Ve bu titreşim, insanın varoluşsal ağırlığını belirler.

Sonuçta akaşa, insanın kendine karşı dürüstlüğünü sınayan bir aynadır. Görünmeyen ama hissedilen bu düzlem, bireyin içsel hakikatini evrensel düzlemde yankılar. Bu nedenle akaşa, yalnızca mistik bir kavram değil; aynı zamanda felsefi bir çağrıdır: düşün, hisset, ama unutma ki her şey kaydedilir. Ve belki de en derin özgürlük, bu kaydın bilinciyle yaşamaktır. Çünkü akaşa, sessizdir ama unutmaz.

26 Şubat 2015 Perşembe

tarçınlı meyve salatası

Tarçınlı meyve salatası, yalnızca bir tatlı değil, doğanın mevsimsel döngüsünün ve insanın duyusal hafızasının iç içe geçtiği bir varoluş anlatısıdır. Her bir meyve, güneşin altında olgunlaşmış bir anı, toprağın sabrıyla yoğrulmuş bir zamandır. Portakalın narenciye kokusu, karpuzun serinliği, kayısının buruk neşesi ve bademin çıtırtısı; hepsi, doğanın insanla kurduğu kadim diyaloğun tatlı birer cümlesidir. Bu salata, yalnızca damakta değil, bellekte de yankılanan bir şiirdir; çünkü tat, zamanın en derin katmanlarında yankı bulan bir dildir.

Hazırlık süreci, bir mutfak eyleminden çok, bir içsel ritüeldir. Bademin kabuğunu soymak, portakalın zarlarını ayıklamak, karpuzun çekirdeklerini itinayla ayırmak… Bunlar, yalnızca fiziksel işlemler değil, aynı zamanda dikkat, özen ve sabırla örülmüş bir farkındalık pratiğidir. Her meyve, kendi varlık biçimiyle salataya katılırken, insan da kendi iç dünyasından bir parça sunar bu karışıma. Tarçınla hazırlanan şurup, bu çokluk içinde birliği sağlayan metafizik bir bağdır; tatları birleştiren, onları tek bir armonide buluşturan zamansal bir özdür.

Felsefi düzlemde bu salata, çokluğun birliğe evrildiği bir varlık metaforudur. Her meyve, kendi kimliğini korurken, diğerleriyle kurduğu ilişki sayesinde yeni bir bütünlük kazanır. Bu birliktelik, Levinas’ın ötekiyle kurulan etik ilişkisinde olduğu gibi, farklılıkların yok edilmeden bir arada var olabileceğini gösterir. Tarçın, bu birlikteliğin zamansal boyutunu temsil eder; geçmişin kış kokularını yaz meyvelerinin tazeliğiyle buluşturur. Böylece salata, yalnızca tatların değil, zamanların da buluştuğu bir eşik hâline gelir.

Ve nihayet, bu tarçınlı meyve salatası, insanın doğayla kurduğu estetik ve etik ilişkinin bir yansımasıdır. Soğuk bir kâsede sunulan bu tatlı, yalnızca bedeni değil, ruhu da serinletir; çünkü içinde taşıdığı her unsur, bir mevsimin, bir coğrafyanın, bir anının izini taşır. Bu salata, geçiciliğin içindeki kalıcılığı, anlık bir lezzetin ardındaki derinliği hatırlatır. Ve belki de en çok bu yüzden, bu tatlı bir öğün değil, bir tefekkür anıdır: doğanın sunduğu renklerin, kokuların ve tatların insan ruhunda yankı bulduğu bir sessizlik şöleni.

Malzemeler:
250 gram taze badem
4 portakal
500 gram karpuz
400 gram kayısı
100 gram şeker
½ kahve kaşığı toz tarçın

Hazırlanışı:
Bademlerin kabuklarını ve portakalları soyun. Karpuzun çekirdeklerini çıkartın. Kayısıları yıkanı ve çekirdeklerini çıkartın. Bademleri ince ince doğrayın. Portakalların zarlarını mümkün olduğunca temizleyin. Karpuzu küçük dilimlere ayırın. Kayısıları 6 parçaya bölün. Bir tencerenin içine şeker 30 cl su ve tarçın koyarak tatlının şurubunu hazırlayın. Bir salata kabında bütün malzemeleri yavaş ve dikkatli bir şekilde karıştırın. Servis yapana kadar dolapta muhafaza edin.

25 Şubat 2015 Çarşamba

senin pemben hangisi



Nostaljik pembe: Bu tonu sevenler yaratıcı ve yetenekli bir yapıya sahip; yaşam ve insan doğası hakkında derin hisleri olan insanlardır. En önemli ortak özelliklerinden biri kendilerini sürekli ifade etme isteği içinde olmaları denebilir. Zekâları ve duyarlılıkları nedeniyle insanlarla sürekli iletişim ve paylaşım içinde olmayı isterler. Düşüncelerini ve duygularını açıkça anlatmaktan kesinlikle çekinmezler. Bu renk sayesinde içsel huzursuzluklarını dindirip, duygusal sorunlarını giderebilirler.
Toprak pembesi: Favorisi bu renk olanlar, proaktif, cesur, tutkulu ve enerji dolu insanlar olup hayatı dolu dolu yaşamayı severler. Eğer onları rahatsız ediyorsa, mevcut düzeni değiştirmek gibi büyük emelleri vardır ve emelleri doğrultusunda tüm karizma ve zekalarını kullanmaktan çekinmezler. Hayatlarında bu renge yer verdiklerinde hayallerine ulaşmak için ihtiyaç duydukları düzeni daha rahat geliştirebilirler. Ayrıca bu renk sayesinde kendilerini daha huzurlu ve sakin hissederler.
Pembe Nektar: Bu tonu tercih edenlerin ortak özelliği, başkalarına karşı son derece duygusal yaklaşmalarıdır. Özellikle sevdikleri kişileri asla kırmazlar ve onlara aşırı düşkün olabilirler. Bu bazen kendi isteklerini ve ihtiyaçlarını ikinci plana atmalarına kadar gidebilir. Başka bir ortak noktaları ise, yaratıcı ve sanatsever olmalarıdır. Hayatlarında bu renk baskın oldukça, sevgilerini bağımlılık noktasına varmadan ifade edebilirler. Aynı zamanda ruhsal güzelliklerini keşfedip, hayatın olumlu yönlerine odaklanabilirler.
Pudra Pembesi: Bu tonu sevenler yaratıcı, içgüdüsel ve bilgedir. Uyumlu olmalarına rağmen, bağımsızlıklarına düşkündürler. Bu nedenle kendileri ile hayatı paylaşacak ama enerjilerinin tümünü tüketmeyecek arkadaşlar ve partnerler seçeler. Bu renk, bu kişilerin daha tutkulu ve spontane hareket edebilmelerini sağlar; bu sayede yeni ufuklara daha çabuk yelken açabilirler.
Şafak pembesi: Bu tonu sevenlerin ortak noktası, sanata doğal yetenektir. Yaratıcı ve duygusal açıdan hassas kişilerdir. Bu renk, bu kişilerin ruhsal olarak tazelenmelerine yardımcı olduğu gibi onların daha enerjik ve inançlı hissetmelerini sağlar.
Barok Pembesi: Bu tonun insanları lider doğarlar. Çalışmaktan ve aksiyon almaktan korkmazlar. Odaklı ve direkt insanlardır. Bireyselliğe düşkündürler, bu nedenle başkalarının kurallarına uymaktan bazen haz etmezler. Birlikte oldukları kişilere saygı duyarlar. Bu renk onları kendilerini yakın hissettikleri kişilere güvenmeye ve onlara uyum sağlamaya teşvik eder. Aynı zamanda bireysel özgürlüklerine sahip çıkmalarına yardımcı olur.
İbis Pembesi: Bu akıllı, dikkat çekici ve derinliği olan insanların rengidir. Başkalarının gözünden kaçan detayları bir dedektif gibi fark edebilirler. Kendilerini değişik durumlara adapte edebilme özellikleri vardır. Fakat bazen bir konuyu saplantı haline getirip, kendilerini çok kısıtlayabilirler. Bu da onlara gereksiz bir duygusal yük getirir. Bu renk, kırmızının tutkusunu ve morun vurdumduymazlığını birleştirir. Bu sayede insanlara kişisel tutkularını duygusal bir ağırlık altında ezilmeden paylaşabilirler.
Baskın Pembe: Bu tona ilgi duyanlar son derece tutkulu, duyarlı ve güçlü bir ruhsal yapıya sahip kişilerdir. Deniz kenarında tek başlarına vakit geçirirken, iç seslerine kulak vermeyi severler. Doğal bir iyileştirme yeteneğine sahiptirler ve hastalıklardan başkalarına göre daha çabuk iyileşirler. Kariyer hedeflerine ulaşmak için değişik yöntemler denemeyi severler. Bu renk, bu gruptaki kişilerin zekâlarını cesaretleri ile bütünleştirmelerine yardımı olur. Böylece bir sonuca ya da ödüle ulaşmak için aşmak zorunda oldukları yoldan çekinmezler.
Odunsu Pembe: Çekici, heyecan dolu ve kışkırtıcı bir yapıya sahiptirler. Bir konuya odaklandıkları zaman istediklerini mutlaka elde ederler. Finansal konular nedeniyle bazen demotive olma özellikleri vardır. İçlerinde hissettikleri yüksek enerjiyi doğru şekilde yönetmek için disiplin ve iç dengeye ihtiyaç duyarlar. Bu renk sayesinde heyecanlı tabiatlarını kontrol edebilirler, spritüel anlamda daha duyarlı olurlar ve yüksek ideallerine doğru yol alabilirler.
Uçuk Pudra Pembesi: Bu tonu tercih edenler insanları okumakta ustadır. Gözlemci ve detaycı olurlar. Bu renk onlarda kendine güven hissini ve duygusal dengeyi teni eder. Bu ton sayesinde kişisel dünyalarından gerçek dünyaya adım atmaları kolaylaşır.
Toz Pembe: Bu, hayata ve insanlara sevgi ve anlayışla yaklaşan insanların tercih ettiği tondur. Bu kişilerin hayattan beklentileri pozitif yöndedir ve algıları açıktır. Bu özellikleri sayesinde aile travmalarından daha kolay sıyrılırlar. Değişikliklere kolay adapte olma özellikleri vardır. Yüksek enerjileri sayesinde hayata tutunabilirler. Bu renk onlara sevgi aşılar, hassasiyetlerini ve algılarını yükseltir. Duygusal iyileşme ve adaptasyon dönemlerini kolaylaştırır.
Gümüşi Pembe: Favorisi bu renk olan kişiler çok meziyetli olmalarıyla dikkat çekerler. Yaklaşan fırsatları ve olayları ölçüp biçip değerlendirmekte üstlerine yoktur. Güçlü ama hassas bir yapıya sahip olduklarından her zaman göründükleri kadar kuvvetli hissetmeyebilirler. Gevşeyip enerji toplamak için sık sık dinlenme ihtiyacı duyarlar ait oldukları bir yer bulmak ve dengeli bir ev yaşamı kurmak konusunda sıkıntı çekebilirler. Bu renk onları hayatın sihirli ve mucizevî yanlarına yakınlaştırır.
Kül Pembesi: Bu gruba “toplum melekleri” diyebiliriz. Onlar insanlığa yardım etmek için uğraşırlar; hayattaki en büyük idealleri budur. Akıllı ve cömert kişilerdir. Aynı zamanda finansal açıdan zengin olabilme özellikleri vardır. Sevdikleri ton onlara doğru kararlar vermek ve tutkulu olmak konusunda yardımcı olur. Hayatlarında bu renge bolca yer verdiklerinde, fiziksel, ruhsal ve ruhani açıdan bir dengeyi yakalarlar.
Yabani Gül: Bu tonun seçenler özel insanlardır; inanılmaz yüksek enerjileri ve hayat motivasyonları bulunur. İçlerinde büyük coşku sayesinde adeta mucizelerle dolu sihirli bir dünyada yaşarlar. Öngörüleri kuvvetlidir ve risk almaktan hiç korkmazlar. Gerektiğinde değişimi desteklerler. Bu renk sayesinde manevi yönleri güçlenir ve en yüksek emellerine sadık kalmayı başarırlar.
Puslu Pembe: Bu rengi sevenler güçlü ve kendinden emindir. Zayıf noktalarını belli etmekten hoşlanmazlar. Hayata dair sorular sormak ve anlamlar keşfetmeyi severler. Bu ton onlara sevgi ve tutku aşılar. Ayrıca algılarını güçlendirir.
Tozlu Pembe: Bu insanların ortak özelliği yenilikçi olmalarıdır. Hayata dolambaçsız yaklaşırlar. Birçok alanda yetenekleri vardır ve başarılıdırlar. Bağımsızlıklarına düşündürler ama zaman zaman düşüncelerini bir partner ile paylaşmak isterler. Bunun çözümü kafalarını ve kalplerini dengelemekten geçer. Favori tonları sayesinde duygusal kararsızlıklarından arınırlar. Ayrıca yenilikçi fikirlerini yaratıcılığa dökebilirler.
Koyu Pembe: Favorisi bu renk olanlar güçlü ve aynı zamanda hassas insanlardır. Karizmatik, cesur ve çalışkan olmaları ile dikkat çekerler. Hayatı hep sınırlarda yaşamak isterler. Genelde yalnız kalmayı sevmezler; bu da onlara kendi başlarına ayakta durabilme yeteneklerini geliştirir. Bu renk sayesinde kendilerine güvenleri artar, önemli kararlar alabilme yetileri gelişir ve amaçlarına daha rahat ulaşabilirler.
Somon Pembe: Bu rengi sevenler herkesle anlaşabilir, konuşabilir, fikirlerini paylaşabilir çünkü zihinsel güçleri çok fazladır. Dünyanın neresinden olursa olsun herkes onlara kulak verir. Yeterli fiziksel aktivite yapmadıkları ya da zihinlerini yeterince meşgul etmedikleri zaman bir konu üzerinde gereğinden fazla düşünmeye başlarlar. Bu ton sayesinde düşüncelerini yaratıcı fikirlere dönüştürmeyi başarırılar ve hayatlarındaki duygusal ve akıl dengesini sağlarlar.
Şarap Pembesi: Bu gruptaki kişilerin yüksek algılama yeteneği olduğundan insanları kolayca çözerler. Birçok alanda yetenekleri vardır, o nedenle farklı aktiviteleri denemeleri gerekir. Genelde aynı anda iki işle uğraşırlar. Müzik, dans ve sanata yatkınlıkları göze çarpar. Güçlü insanlardır. Bu renk sayesinde korkularından ve şüphelerinden uzak dururlar.
Gül Kurusu: Bu rengi tercih edenler her şeyi bildikleri yoldan halletmeyi sever. Yüzeysel insanlardan hoşlanmazlar ve güçlü fikirleri vardır. Bu fikirlerini ve bildiklerini paylaşıp öne çıkmak isteyebilirler.

24 Şubat 2015 Salı

başarının yaşı yoktur



Yaşımız kaç olursa olsun, hiçbir zaman, hayallerimizi yaşamak ve isteyip de yapamadığımız şeyleri yapmak için geç değildir. Bu yazının size bu yönde güçlü bir ilham kaynağı olmasını umuyorum.
“Bu yaştan sonra…” Bahanesi
“Bu yaştan sonra…” sözü ile başlayan her bir cümle, bana göre, bir konu üzerinde acemi olma korkusunu gizlemek için kullanılan bir bahanedir. Bu hayata bir defa geliyoruz ve onu en iyi şekilde, istediğimiz gibi yaşayabilmemiz için her gün bize bir fırsat veriliyor.
Pek çok başarısına hayran olduğumuz kişi, hayalleri uğruna yenilgiyi göze alıyor, düştüğünde silkelenip hiç yılmadan yoluna devam ediyor. Belki amacına ulaşıyor, belki de ulaşamıyor. Ama o yolda yürüdüğünü bilmek bile mutluluk veriyor. Hayallerimizin peşinden gittiğimiz sürece, başarı her yaşta gelebilir. Bu yüzden de başarının yaşı yoktur.
Kariyerlerine İleri Yaşta Başlayan Ünlüler
Julia Child: Fransa’da ilk yemek kursuna başladığında 37 yaşındaydı ve Fransızca bilmiyordu. Neredeyse 40 yaşına kadar yemek pişirmeyi bilmiyordu. İlk popüler televizyon show’u yayınlanmaya başladığında 50 yaşındaydı.
Elizabeth Jolley: Yazmış olduğu romanı, sadece bir yıl içinde 39 defa reddedilmişti. Sonunda 56 yaşındayken ilk romanı yayınlandı ve sonraki 15 romanı ve 4 kısa hikayeler kolleksiyonu yayınlanmaya başladı.
Mary Wesley: İlk romanı yayınlandığında 71 yaşındaydı.
Ricardo Montalban: Hayalindeki evi yapmaya başladığında ve buna parası yettiğinde 68 yaşındaydı.
Colonel Sanders: Kentucky Fried Chicken’ın kurucusu Colonel Sanders, yeni stil pişirme şeklini pazarlamaya başladığında ve bir imparatorluk inşaa etmeye başladığında 66 yaşındaydı.
Laura Ingalls Wilder: Bir gazetede köşe yazısı yazmaya başladığında, 40′lı yaşlarındaydı. Küçük Ev kitapları ise 60′lı yaşlarındayken yayınlandı.
Andrea Bocelli: Bir opera sanatçısı olmaya başladığında 34 yaşındaydı. Bazı uzmanlar, onun bu işi yapmak için çok yaşlı olduğunu söylemişlerdi.
Phyliss Diller: Komedi show’u yapmaya başladığında 37 yaşındaydı. Pek çok gece klübü sahibi ona, bu işte başarılı olmak için yaşlı olduğunu söylemişti.
Stan Lee: SuperMan’in yaratıcısı Stan Lee, süper kahramanlarını ilk olarak çizmeye başladığında 43 yaşındaydı. Ortağı Jack Kirby ise 44 yaşındaydı ve birlikte Fantastik Dörtlü çizgi romanını yarattılar.
F.Murray Abraham: Film sektöründe bir aktör olarak ilk kayda değer role, 45 yaşında sahip oldu. Bu rol ile, en iyi erkek oyuncu Oscar’ı sahibi oldu. Bu film çekimlerinden 2 yıl önce artık vazgeçmeyi düşünmüş, ama yoluna devam etmişti.
Kendinize Şu Soruyu Sorun
Kariyerinizde bir değişiklik yapmak istiyorsanız ya da peşini hiç bırakmadığınız hayaliniz konusunda bir yol ayrımına gelmişseniz kendinize şu soruyu sorabilirsiniz:
“Bu işi yapmazsam, 10 yıl sonra pişman olacak mıyım?”
Ya da bu soruyu farklı bir şekilde de sorabilirsiniz: “Bu işi yapmayı seçmediğim için geçmişe dönüp kafamı duvara vurmak isteyecek miyim?” :)
Eğer yukarıdaki sorulara vereceğiniz cevap “Evet” ise, her ne pahasına olursa olsun, yapmak istediğiniz şeyi yapmaya hemen BUGÜN başlayın! Karar verin ve bu yönde ilk adımı atın!