7 Ocak 2014 Salı

hiperaktivite



Temelde insanlarda var olan dikkatin kolay dağılabilirliği, çevredeki yeni uyaranlarla daha fazla ilgilenme, çabuk sıkılma, kendini kontrol etmekte zorlanma, dürtülerini frenleme güçlüğü gibi herkeste çeşitli düzeylerde olan bu özellikler hiperaktif olarak tanımlanan çocuklarda daha fazla görülüyor. Adeta herkeste var olan özellikler onlarda biraz daha abartılı olarak mevcut. Hiperaktivite’nin önemli belirtisi olan dikkat bozukluğu kişinin özellikle insan ilişkilerinde olumsuz sinyaller vermesine neden oluşturuyor. Kişi kendini ve zamanını yeterince verimli kullanmamak, organize olamamak gibi doğrudan doğruya performansı ya da başarıyı etkileyen birtakım sorunlar yaşıyor. İkincisi bütün bu zaman dilimi içinde kazanabileceği akademik, entelektüel ya da sosyal beceriler eksik kalıyor. Yani arada fırsatlar kaçıyor. 
 
 Hiperaktivite, çağın hızla çarpan nabzıdır; düşüncenin, hareketin ve arzunun eşzamanlı bir taşkınlıkla vücut bulduğu bir varoluş biçimi. Bu durum, yalnızca fizyolojik bir dürtüsellik değil, aynı zamanda zihinsel bir taşkınlıktır; fikirler, duygular ve imgeler, içsel bir nehrin taşan suları gibi birbirine karışır. Hiperaktif birey, zamanın dar kalıplarına sığmayan bir ritimle yaşar; onun için saatler, dakikalar değil, anların yoğunluğu belirleyicidir. Bu yoğunluk, dışarıdan bakıldığında kaotik görünse de, içeride kendi tutarlılığına sahip bir düşünsel koreografidir.

Bu zihinsel hız, modern dünyanın parçalanmış dikkat ekonomisiyle tuhaf bir uyum içindedir. Hiperaktivite, dijital çağın çoklu uyarıcılarına karşı bir adaptasyon değil, belki de bir protestodur; çünkü bu birey, tek bir düşünceye hapsolmayı reddeder. Onun zihni, sabitlenmiş bir fikirde değil, fikirler arasındaki geçişte anlam bulur. Bu geçişler, bir metnin altını çizmektense, metni yeniden yazmak isteyen bir zihnin izleridir. Hiperaktif birey, düşüncenin durağanlığından değil, hareketin kendisinden beslenir; onun entelektüel üretimi, sabırdan değil, sıçramalardan doğar.

Ancak bu taşkınlık, her zaman bir özgürlük biçimi değildir; bazen bir mahkûmiyetin en hızlı hali olabilir. Hiperaktivite, bireyin kendi iç sesini bastıran bir gürültüye dönüşebilir; düşünceler, birbirini kovalamaktan yorulur, duygular ise henüz hissedilmeden unutulur. Bu durum, varoluşun derinliğini değil, yüzeyini çoğaltır; birey, kendi içsel derinliğine inemeden sürekli yeni yüzeyler üretir. Bu yüzden hiperaktivite, hem yaratıcı bir patlama hem de varoluşsal bir dağılma olabilir; bireyin kendini ararken kaybolduğu bir labirenttir.

Ve belki de hiperaktif zihin, çağın en dürüst aynasıdır. Çünkü bu çağ, sabitlenmeyi değil, akışı kutsar; derinliği değil, çoğulluğu över. Hiperaktivite, bu çağın ruhunu bedenleştiren bir semptomdur; hem eleştirisi hem de tezahürüdür. Bu birey, zamanın kıyısında değil, merkezinde yaşar; ama bu merkez, sabit değil, sürekli yer değiştiren bir girdaptır. Hiperaktivite, bu girdabın içinde hem var olmanın hem de yok olmanın eşzamanlı deneyimidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder