Yağmuru
dinlemek... Mis gibi kokan bir kahve içmek... Sıcacık brownie'nin ağızda
erimesinin verdiği tat... Yağmurdan kaçıp içeri sığınanların yüzündeki
rahatlama ifadesi... Kışın verdiği o dinginlik ve huzur...
Yağmur… huzur… iki kelime, ama içlerinde bir mevsim kadar derinlik, bir ömür kadar çağrışım saklı. Yağmurun sesi, dış dünyanın gürültüsünü bastıran bir içsel müzik gibidir; her damla, zihnin kıvrımlarına dokunan bir nota. Pencereye vuran su tanecikleri, zamanın yavaşladığı, düşüncelerin ağırlaştığı bir ritmi fısıldar. Huzur, bu ritmin içinde doğar; çünkü yağmur, insanı dışarıdan içeriye, kalabalıktan yalnızlığa, gürültüden sessizliğe çağırır.
Yağmurun altında yürümek, varoluşun çıplak hâliyle yüzleşmektir. Islanmak, korunaksız kalmak, ama aynı zamanda arınmak… Sanki gökyüzü, insanın içindeki fazlalıkları silmek ister gibi yağar. Huzur, bu teslimiyetin içinde gizlidir; kontrolü bırakmakta, doğaya karışmakta. Yağmur, insanın içindeki karmaşayı dışarıya akıtır; her damla, bir düşünceyi, bir duyguyu, bir yükü taşır.
Ve sonra, yağmurdan sonra gelen o sessizlik… Toprağın kokusu, ıslak yaprakların ağırlığı, gökyüzünün gri tonları… Huzur, burada bir dinginlik değil, bir derinliktir. Yağmurun ardından gelen sessizlik, insanın kendi sesini duyabildiği nadir anlardır. Bu sessizlik, bir boşluk değil; anlamla dolu bir alan, düşüncenin yankılandığı bir içsel vadi.
Yağmur ve huzur… belki de bu iki kelime, insanın en saf hâline açılan kapıdır. Dışarıda yağmur yağarken, içeride bir şeyler çözülür, bir şeyler hatırlanır. Huzur, yağmurun ritmiyle uyumlanan bir ruh hâlidir; ne tam ne eksik, sadece olduğu gibi. Ve bazen, en derin huzur, gökyüzünün ağladığı anlarda bulunur.
Yağmurun altında yürümek, varoluşun çıplak hâliyle yüzleşmektir. Islanmak, korunaksız kalmak, ama aynı zamanda arınmak… Sanki gökyüzü, insanın içindeki fazlalıkları silmek ister gibi yağar. Huzur, bu teslimiyetin içinde gizlidir; kontrolü bırakmakta, doğaya karışmakta. Yağmur, insanın içindeki karmaşayı dışarıya akıtır; her damla, bir düşünceyi, bir duyguyu, bir yükü taşır.
Ve sonra, yağmurdan sonra gelen o sessizlik… Toprağın kokusu, ıslak yaprakların ağırlığı, gökyüzünün gri tonları… Huzur, burada bir dinginlik değil, bir derinliktir. Yağmurun ardından gelen sessizlik, insanın kendi sesini duyabildiği nadir anlardır. Bu sessizlik, bir boşluk değil; anlamla dolu bir alan, düşüncenin yankılandığı bir içsel vadi.
Yağmur ve huzur… belki de bu iki kelime, insanın en saf hâline açılan kapıdır. Dışarıda yağmur yağarken, içeride bir şeyler çözülür, bir şeyler hatırlanır. Huzur, yağmurun ritmiyle uyumlanan bir ruh hâlidir; ne tam ne eksik, sadece olduğu gibi. Ve bazen, en derin huzur, gökyüzünün ağladığı anlarda bulunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder