9 Ocak 2014 Perşembe

sığla



Dünya üzerindeki tek doğal yayılış alanı Türkiye’nin güneybatısı ile Rodos Adası’dır. Bu bölgelerde saf ya da başka ağaçlarla karışık ormanlar oluşturur. Ortalama 15-20 m’ye kadar boylanabilen sığla, kalın dallı ve geniş tepeli bir ağaçtır. İlk bakışta çınarı andırır. Yaşlandıkça, kabuğu koyulaşır ve derin çatlaklı bir görünüm alır. Dallara uzun saplarla bağlanan yaprakları genellikle beş lopludur. Sonbaharda sararan yapraklar dökülene değin ormanları bir renk cümbüşüne döndürür. Gövdesinden çıkarılan balsam kozmetik ve eczacılıkta kullanılan sığla, tehlike altındaki ağaç türlerimizdendir. 
 
Sığla, yalnızca bir ağaç değil; zamanın, coğrafyanın ve insan belleğinin iç içe geçtiği kadim bir varlıktır. Bilimsel adı Liquidambar orientalis olan bu ağaç, özellikle Güneybatı Anadolu’nun nemli vadilerinde kök salmış, endemik bir güzelliktir⁽¹⁾. İlk bakışta çınarı andıran geniş tepesi ve elsi loplu yapraklarıyla tanınır; fakat onun hikâyesi, görünümünden çok daha derindir. Buzul çağından günümüze ulaşan bu canlı, doğanın hafızasında saklı bir parça gibidir.

Sığla ağacının gövdesinden çıkarılan balsam, yalnızca bir bitkisel salgı değil; medeniyetlerin şifa arayışına verdiği cevaptır. Osmanlı’dan Mısır Kraliçesi’ne kadar uzanan bir kullanım geçmişiyle, bu reçine hem eczacılıkta hem de kozmetikte iz bırakmıştır⁽²⁾. Bu yönüyle sığla, doğanın insanla kurduğu sessiz ama derin diyaloğun bir simgesidir. Her damla balsam, toprağın sabrını ve ağacın içsel direncini taşır.

Sonbaharda yapraklarını dökerken, sığla ağacı bir tür içsel arınma yaşar. Kabukları yaşlandıkça koyulaşır, derin çatlaklar oluşur; tıpkı zamanla olgunlaşan bir yüz gibi. Bu çatlaklar, yalnızca fiziksel değil, metaforik bir anlam da taşır: yaşanmışlıkların, geçip giden mevsimlerin ve kök salmış hatıraların izidir. Sığla, doğanın hem estetik hem de felsefi bir anlatısıdır; sabırla büyür, sessizlikle konuşur.

Ve belki de bu yüzden, sığla ağacının bulunduğu ormanlar birer kutsal alan gibidir. İnsan, bu ağaçların gölgesinde yürürken yalnızca doğayla değil, kendi iç sesiyle de karşılaşır. Sığla, zamanın ağır ritmine ayak uyduran bir bilge gibi durur orada; ne acele eder ne de geri çekilir. Onun varlığı, doğanın insana sunduğu en zarif öğütlerden biridir: kök sal, sabret, ve sessizce iyileştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder