Sabır, yalnızca bir bekleyiş değil; varoluşun zamanla kurduğu en derin ilişkilerden biridir. “Sabret ki her şey gönlünce olsun” ifadesi, yüzeyde bir teselli gibi görünse de, derinlikli bir felsefi çağrıdır: insanın arzularını, beklentilerini ve acılarını zamanın akışına teslim etmesi. Bu teslimiyet, edilgen bir boyun eğiş değil; aksine, zamanın doğasına dair bir sezgiyle şekillenen aktif bir bilinç hâlidir. Sabır, burada bir eylemsizlik değil, zamanla birlikte eylemde bulunmanın en rafine biçimidir.
Heidegger’in “zaman içinde varlık” anlayışıyla düşünüldüğünde, sabır, insanın kendi zamansallığını kabul etmesidir. Her şeyin bir oluş hâlinde olduğu bu dünyada, sabretmek, varlığın kendi ritmine saygı göstermektir. Çünkü her şeyin gönlünce olması, arzunun mutlak tatmini değil; arzunun zamanla olgunlaşarak anlam kazanmasıdır. Sabır, bu anlamın doğum sancılarına katlanmaktır. Tıpkı bir tohumun toprağın karanlığında filizlenmeyi beklemesi gibi, insan da kendi içsel baharını sabırla beklemelidir.
Bu bağlamda sabır, stoacı felsefenin “apatheia” kavramıyla da örtüşür. Dışsal olaylara karşı duygusal tepkisizliği değil, içsel bir dengeyi ve sükûneti temsil eder. Her şeyin gönlünce olması, dış dünyanın değişmesiyle değil, iç dünyanın dönüşmesiyle mümkündür. Sabır, bu dönüşümün katalizörüdür. Çünkü hakiki mutluluk, dışsal koşulların değil, içsel istikrarın ürünüdür. Sabreden özne, dünyanın gürültüsüne karşı kendi iç sesini duymayı başarandır; bu da onu, kalabalıklar içinde yalnız ama sahici kılar.
Sonuç olarak, sabır, zamanın içinde kaybolmak değil; zamanla birlikte var olmayı öğrenmektir. Her şeyin gönlünce olması, bir ödül değil, bir olgunluk hâlidir. Bu hâl, arzunun değil, anlamın peşinden gitmeyi gerektirir. Sabır, bu anlamın inşasında bir yöntem değil, bir varlık tarzıdır. Ve belki de en büyük sabır, gönlün ne istediğini bilip, onun için zamanın sessizliğine güvenmektir. Çünkü bazı hakikatler, yalnızca bekleyenlere görünür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder