13 Temmuz 2015 Pazartesi

temmuz ayı...


Temmuz, Gregoryen Takvimi'ne göre yılın 7. ayı olup 31 gün çeker. Yaz mevsiminin 2. ayıdır.
Eski Türkçede "tamu-z" "çok sıcak, cehennem" sözcüğünden, Sümerce/Sumarca/Sümmerce/Suomerce bereket tanrısı bir Tammuz sözcüğünden gelmektedir. Süryanca/Süryanice temmuz sözcüğü aynen Türkçeye geçmiştir. Türkçede bu aya "orak ayı" ya da "ot ayı" denir.
 
Gregoryen takviminde bu aya, Roma İmparatoru Julius Sezar'a ithafen July adı verilmiştir. Daha önceleri, Mart ayından başlayan Roma takviminde beşinci ay olduğu için Latince Quintilis olarak adlandırılmıştır.
 
İrlanda takviminde Temmuz, Iúil olarak adlandırılmıştır ve yaz mevsiminin üçüncü ve son ayıdır.
 
Temmuz, takvimin yalnızca yedinci basamağı değil; aynı zamanda zamanın en yoğun, en doygun ve en çıplak hâlidir. Güneşin gökyüzünde en uzun süre hüküm sürdüğü bu ay, doğanın kendini en cömert biçimde sergilediği bir mevsimsel doruktur. Bu doruk, yalnızca sıcaklıkla değil, aynı zamanda varoluşun duyusal katmanlarıyla da ilgilidir: terleyen bedenler, ağırlaşan gölgeler, olgunlaşan meyveler ve zamanın yavaşladığı, hatta bazen durduğu hissi. Temmuz, doğanın susmadığı ama insanın susması gereken bir aydır; çünkü her şey zaten fazlasıyla konuşur.

Bu ay, insanın iç ritmiyle doğanın ritminin çakıştığı nadir anlardan birini temsil eder. Heidegger’in “zamanın açılımı” dediği şey, temmuzda neredeyse elle tutulur hâle gelir: geçmişin tortuları, şimdinin yoğunluğu ve geleceğin belirsizliği, temmuz sıcağında aynı potada erir. Bu erime, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda metafizikseldir. İnsan, temmuzda kendini daha çok hisseder; çünkü zaman, artık bir soyutlama değil, tenin üzerinde gezinen bir gerçekliktir.

Temmuz, aynı zamanda bir sınavdır. Sıcaklıkla gelen uyuşukluk, insanın üretkenliğini değil, varoluşsal farkındalığını sınar. Bu ayda yapılan her eylem, bir irade beyanıdır; çünkü temmuz, eylemsizliği davet eder. Bu bağlamda, temmuzun ortasında yürümek, yazmak ya da düşünmek, yalnızca bir alışkanlık değil, bir direniştir. Bu direniş, Camus’nün “Sisifos Söyleni”ndeki gibi, absürdün ortasında anlam üretme çabasıdır. Temmuz, insanı kendi içindeki boşlukla baş başa bırakır; o boşlukla ne yapacağını ise yalnızca bireyin kendisi bilir.

Ve nihayet, temmuzun sonuna gelindiğinde, bir tür melankoli çöker havaya. Bu melankoli, yalnızca yazın geçiciliğine değil, zamanın geri döndürülemezliğine duyulan bir hüzündür. Temmuz, tıpkı bir aşk gibi, en parlak anında bile sonunu fısıldar. Bu yüzden temmuz, yalnızca yaşanmaz; aynı zamanda hatırlanır. Çünkü temmuz, zamanın en kırılgan aynasıdır: içinde kendimizi görür, ama elimizi uzattığımızda yalnızca sıcak bir boşlukla karşılaşırız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder