1998 de senaristliğini Andrew
Niccol’un, yönetmenliğini ise Peter Weir’in yaptığı Truman Şov filmi tüm
dünyada çok ilgi uyandırdığı gibi psikolog ve sosyologlarca birçok tartışmayı
da beraberinde getirmiştir. 2000’li yıllardan itibaren sahne alan realite
Şovlar da (gerçeklik şovları) bu filmden ilham alarak birbiri arkasına ekrana
getirilmeye başlandı. Halen günümüzde ülkemizde de reality şovların çeşitli
versiyon ve uyarlamaları ilgi ve merak ile takip edilmektedir. Ancak son
yıllarda psikolojik yansımalara neden olan Truman Şov filmi, ‘’truman sanrısı’’
ya da ‘’truman sendromu’’ adında yeni bir sosyopsikolojik kavram oluşmasına
neden olmuştur. Fakat truman sanrısının bir hastalık mı?, bir takıntı mı?, bir
sosyal davranış tarzı mı? Veya atipik nörotik bir tablo mu? Henüz net bir karar
oluşturulamamıştır.
Trumanın sendromu nedir?
Bu sinema yapıtını
kısaca hatırlayacak olursak filmin başkahramanı Truman, anne karnındayken bir
şirket tarafından evlat edinilerek 24 saat boyunca her yaptığı izlenen bir
“şov” kahramanına dönüştürülmüştür. İlginç olan, bu şovun son derece büyük, dev
bir sette gerçekleştiriliyor olmasıdır. Seaheaven adı verilen, deniz
kenarındaki bir kasaba görünümlü bu dev sette her şey bir oyunun, kesintisiz
canlı yayın yapılan bir şovun parçasıdır. Güneş, gök kubbeyi andıran şeffaf
tavanda doğdurulup batırılmaktadır. Bütün bu setteki herkesin gizli kulaklıklar
ve mikrofonlar taşıyan oyuncuların, aslında gizli birer set elemanı olan tüm
görevlilerin ve 5 bin civarında kamera başta olmak üzere her şeyin yönetildiği
bir kumanda odası vardır. Setin dışındaki bütün dünyada kesintisiz canlı yayını
yapılmaktadır ve sadece Truman bu gösteriden habersiz, kendi gerçek ve özel
hayatını yaşadığını sanmaktadır. Şovun yapımcısı neredeyse 30 yıl süren ve tüm
dünyaca yıllardır ilgi ile izlenen bu programdan büyük paralar kazanmaktadır.
Truman yaşadığı
adanın dünyanın en büyük film stüdyosu olarak tasarlandığından, anne-babasının
özenle seçilmiş oyuncular olduğundan, evlendiği kadının aslında kendi seçimi
olmadığından, en iyi arkadaşının bile ağzından çıkan tüm sözcüklerin
kulaklığına bir başkası tarafından söylendiğinden, küçük yaşta fırtına
esnasında babasını kaybettiği tekne turunun ona su korkusu yerleştirerek adadan
çıkmasını engellemek için planlandığından, onun adadan ayrılmaması için bir çok
numara tezgahlandığından, aynı zamanda hiç görme fırsatı bulamadığı gerçek
dünyanın kendisine hayran insanlarla dolu olduğundan habersiz kendisine göre
çizilen senaryoya uygun olarak yaşamını sürdürmekte ve milyonlarca insan
tarafından özel hayatı dahil her anı takip edilmektedir.
Turuman Sanrısı nasıl bir hastalıktır,
belirtileri nelerdir?
Bu film bir çok
açıdan çeşitli psikolojik ve sosyolojik açılımlara ve yansımalara neden
olmuştur. Özellikle metropol şehirlerde binlerce kamera tarafından takip
edilmekte olduğumuzdan, sosyal medya ve iletişim araçları tarafından kişisel
tercihlerimize kadar en ince detaylar analiz edildiğinden, uydular aracılığı
ile istendiğinde en mahrem yerlere bile girilebildiğinden zaten bazen
paranoyaya varan genel bir rahatsızlık söz konusudur. Bütün bu faktörler bir
araya geldiğinde bilhassa kuşkucu kişilerde truman sendromu dediğimiz sanrısal
bozukluklar ortaya çıkabilmektedir. Hatta psikiyatrist meslektaşlarımın hemen
hepsi, bazı gizli güçler tarafından izlendiğini düşünen, beynine onu kontrol
eden elektronik aygıtların yerleştiğine inanan, bir takım uzaylı varlıklar tarafından
yönlendirildiğine kanaat getiren bir çok psikotik hasta ile karşılaşmışlardır.
Bu noktada sanrının
boyutu şiddetli kuşkucu nöroz tablosundan, ağır hezeyanlı psikoz durumuna kadar
değişkenlik göstermektedir. Bu hususta biraz ‘’sanrı’’nın da ne olduğunu kısaca
açıklamamızda fayda olacağını düşünüyorum.
Sanrı nedir?
Sanrı; diğer
insanların inandıklarını önemsemeden, mevcut düşüncelerinin hatalı olduğuna
dair kesin kanıtlar olmasına rağmen, değiştirilemeyen ve dış gerçeklerden
yanlış anlamlar çıkartmaya dayalı düşüncelerdir. Paranoya, hezeyan ve delüzyon
da diğer aynı ya da benzer ifadeleridir. Çok çeşitli sanrı türleri vardır.
Mesela ;
Capgras sendromunda kişi, yakın akraba ve arkadaşlarının benzer
sahteleriyle yer değiştiğini düşünür. Likantropi de kişinin kurt adam
haline dönüştüğü inancı vardır. Cotard sendromunda maddi ve manevi güçlerini
hatta kalp mide gibi iç organlarını kaybettiklerine inanırlar. Paranoid
sanrılarda ise kişi sürekli izlendiğini, takip edildiğini, kendisine tuzak
kurulmak istendiğini hatta en kötüsü öldürülmek istendiğini düşünebilir ve
kendince önlemler alarak şiddete bile başvurabilir. Nitekim Avustralya da bir
hasta, ailesinin kendisini gizli kameralarla çekim yaparak tüm dünyaya
izlettiği inancıyla babası ile kız kardeşini katletmiştir. Bu nedenle paranoid
sanrılar kesinlikle psikoz çerçevesi içerisinde ele alınmalı ve tedavide geç
kalınmamalıdır. Bu noktada kişinin ailesine ya da arkadaşlarına iş düşmektedir.
Zira paranoid hezeyanlardaki bir insan asla hasta olduğunu düşünmez ve kendi
isteği ile tedavi girişiminde bulunmaz. Aynı şekilde aldatılma hezeyanları da
tehlikelidir. Takıntılı psikotik düşünce yapısı ile sürekli eşi tarafından
aldatıldığını, aşağılandığını düşünür. Bu tarz sanrılar da paranoid olanlar
gibi çok tehlikelidir. Çünkü intihara ya da cinayete varan şiddet tabloları
görülebilir. Sanrılar içerisinde ilginç olanlar da vardır. Mesela büyüklük
hezeyanlarında kişi, kendisinin kurtarıcı, mehdi, peygamber veya evliya
olduğunu düşünür. Hatta öylesine kaptırır ki kendisini etrafındaki insanları da
buna inandırarak birçok mürit, taraftar da toplayabilir. Yaşantısı temsile
kalkıştığı hezeyanı ile alakasız olduğu halde bunu fark edemeyen birçok insan
böyle sanrılı kişilerin arkasından gidebilir ve daha kötüsü toplumun sosyal
normlarını tehdit edecek düzeye bile gelebilir. Bazı sanrılarda ise kişi dışa
değil kendi bedenine yönelir. Örneğin, kalbinin delik olduğunu, tek böbrekli
olduğunu ya da midesinin olmadığını veya A.I.D.S, kanser gibi ciddi bir
hastalığının olduğuna inanır ve tetkiklerden, hastanelerden beri gelmez.
Truman sendromu,
kanaatimce bir ben merkez ci bir de dış merkezci olmak üzere iki ayrı karakter
özellikleri gösterir. Ben merkez ci truman sanrılarında kişiler, dünyanın kendi
etrafında döndüğünü, herkesin kendisine hizmet ve yardımla yükümlü olduğunu
düşünürler. Onlar için kendilerinin ölümü, dünyanın da yok olmasıdır. Bu
nedenle kendileri ile alakalı tüm maddi manevi çıkar işlemlerinde kural
tanımazlar. Kendilerini dünyanın efendisi, diğer insanları ise kendisinin
varlığına hizmet etmek için yaratılmış figüran varlıklar olarak düşündüğünden
gizli ya da aleni olarak her türlü yolsuzluğa açıktırlar. Diğer insanları
sömürmekten vicdani bir rahatsızlık duymazlar. Sosyal adalet kavramları
gelişmemiştir, yardımlaşma nedir bilmezler.
Dış merkezci truman
sendromunda ise dünyayı kapitalin yönettiğini, tüm savaşların, karışıkların
onların çıkarlarına hizmet için özellikle yapıldığını, tüm görsel, yazılı ve
sosyal medyanın onların çıkarları için istedikleri fikir ve ideolojilere kanal
ize edildiklerini, gizlice yönlendirildiklerini düşünürler. Kapitalin bir
ahtopot gibi her yeri sardığını, onları sömürmek için tüm teknolojik imkânları
kullandığına inanırlar. Bu noktada ülkelerdeki gelir dağılımının da truman sanrısını
az ya da çok etkileyeceği açıktır. Ben şahsen önümüzdeki yıllarda truman
sendromu etkilerinin, ülkelerin ne kadar sosyal devlet olup olmadıklarına bağlı
olarak giderek artacağını düşünmekteyim. Bir toplumda vip ayrıcalıkları, o
ülkeyi yönetenlerin abartılı şatafatlı yaşamları, üst düzey devlet
yöneticilerine tanınan ayrıcalıklı haklar, truman sanrısının dalga dalga
yayılmasına neden olabilir ve ciddi toplumsal karışıklıklar ortaya çıkarabilir.
Nitekim özellikle az gelişmiş ülkelerdeki bitmek tükenmek bilmeyen
karışıklıkların, gelir dağılımındaki anormal dengesizlikler nedeniyle toplumun
tüm katmanlarına yayılan truman sanrılarıyla olduğunu düşünmekteyim.
Diğer taraftan tam
truman sendromu özellikleri göstermese bile farkında olarak ya da olmayarak
truman sempatizanları ya da truman sanrısına yakın nitelikli kişiler vardır.
Truman sanrılarını yok etmenin yolu ise, bireysel özgürlüklerin kısıtlanmadığı,
devlet yöneticilerinin kendi halkından kopmadığı, adalete olan inancın
sarsılmadığı, zenginlik ve fakirlik arasında uçurumların olmadığı, insani
özelliklerin ve yardımlaşma duygusunun ön planda olduğu, kişiler arasında
hiçbir vip ayrıcalığının olmadığı, sosyal devlet anlayışının hâkim olduğu bir
inanç ve yönetim tarzıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder