28 Nisan 2013 Pazar

yer sofrası



Olmazsa Olmaz Soslar: Calve barbekü sosu, Kikkoman soya sosu, Kühne hardal, Heinz acı chili sos.
Etlerin Marine Edilmesi: Etleri bir gece önceden, kokulu otlar, soğan ya da sarımsakla tatlandırdığınız zeytinyağı ile sirke ya da şarap karışımında bekletin.
Patates Salatası: Patatesleri haşlayın. Kabuklarını çıkarıp bıçakla küp şeklinde doğrayın. Küçük bir kapta çırpılmış bir yumurta, tuz, kırmızı pul biber ve karabiber, kimyon, zeytinyağı, limon, sirke ve hardalı karıştırın. Taze soğan ve maydanozu küçük küçük doğrayın. Patatesleri sosla karıştırıp iyice yedirin. En son soğan ve maydanozu ekleyin.
Patlıcan Salatası: Patlıcanları ateş üzerinde çevirerek dışı yanıp içi yumuşayıncaya dek közleyin. Saplarından tutarak bıçakla kabuklarını soyun. Zeytinyağı, limon, dövülmüş sarımsak, sirke ve tuz ilave ederek çatalla püre kıvamına gelene dek ezin.
Buzlu Çay: 2 bardak suda 1 bardak şekeri eriyinceye kadar ısıtın. 6 poşet çay ilave edin. Demlenmeye bırakın. Poşetleri çıkarın ve üzerine bir sürahiyi tamamlayacak kadar soğuk su ilave edin. Buz, limon dilimleri ve taze nane ile servis yapın. 
 
 Yer sofrası, yalnızca bir yemek alanı değil; insanın toprağa en yakın hâliyle kurduğu kadim bir ritüeldir. Dizlerin üzerine çökmek, bedenin değil, ruhun tevazusudur. Masa yükselttikçe insan kendini yüceltir; yer sofrası ise insanı yere indirir, köklerine döndürür. Bu sofrada yemek, bir tüketim değil; bir paylaşım, bir tanıklık, bir sessiz dua hâline gelir. Çünkü yer sofrası, insanın doğayla kurduğu en yalın, en dürüst ilişkidir.

Bu sofrada statü yoktur; herkes aynı hizadadır. Çocukla yaşlı, kadınla erkek, misafirle ev sahibi aynı zeminde buluşur. Bu yataylık, yalnızca fiziksel değil; etik bir eşitliktir. Yer sofrası, hiyerarşiyi değil, yakınlığı besler. Lokmalar bölünür, ekmek uzatılır, göz göze gelinir. Ve bu temas, modern yaşamın unutturduğu bir şeyi hatırlatır: birlikte olmak, aynı zeminde olmakla başlar.

Yer sofrası, zamanın dışına taşan bir mekândır. Orada saat işlemez; sohbetin ritmi, yemeğin kokusu, çayın buharı belirler zamanı. Her lokma, geçmişin bir yankısıdır; anneannelerin sessiz elleri, babaların yorgun suskunluğu, çocukların neşeli telaşı… Bu sofra, bir hafıza alanıdır. Ve bu hafıza, yalnızca yemekle değil; birlikte susmakla, birlikte gülmekle, birlikte beklemekle yazılır.

Ve nihayet, yer sofrası insanı yere değil, kendine yaklaştırır. Çünkü insan, en çok eğildiğinde büyür. Bu sofrada yemek yemek, yalnızca karın doyurmak değil; bir kültürün, bir ahlakın, bir estetiğin parçası olmaktır. Yer sofrası, gösterişin değil, zarafetin mekânıdır. Ve bu zarafet, sessizdir; ama derindir. Tıpkı toprağın kendisi gibi.
 
 🫓 Yer Sofrası Menüsü: Patates ve Patlıcan Salatası Eksenli

🥗 Başlangıçlar ve Salatalar
- Patates Salatası: Haşlanmış patates, taze soğan, maydanoz, limon suyu ve zeytinyağı ile klasik bir yorum.
- Közlenmiş Patlıcan Salatası: Közlenmiş patlıcan, kırmızı biber, sarımsak, limon ve zeytinyağı ile harmanlanmış; üzerine ince doğranmış maydanoz.
- Zeytinyağlı Yaprak Sarma: Hafif ve aromatik; salatalara eşlik eden geleneksel bir lezzet.
- Turşu Tadında Mor Lahana Salatası: Sirke ve limonla marine edilmiş, sofraya renk ve asidite katan bir eşlikçi⁽¹⁾.

🥣 Ara Sıcaklar
- Tepsi Böreği: Peynirli ya da kıymalı; yumuşak içi ve çıtır dışıyla sofrayı zenginleştirir⁽¹⁾.
- Kısır: Bulgurun limon ve nar ekşisiyle dans ettiği, patates salatasıyla uyumlu bir eşlikçi⁽¹⁾.

🍲 Ana Yemek
- Patatesli Patlıcan Yemeği: Soğan, domates ve biberle pişirilmiş sebze yahnisi; yer sofrasına sıcaklık ve doyuruculuk katar⁽²⁾.
- Bulgur Pilavı: Ana yemeğin yanına sade ama tamamlayıcı bir dokunuş.

🥛 Yan Lezzetler
- Cacık: Yoğurt, salatalık ve nane ile ferahlatıcı bir ara.
- Taze Çay: Sofranın sonunda, sohbetin eşlikçisi.

26 Nisan 2013 Cuma

şarap içmek bir zevk meselesi



Degüstatörler şarap tadar. Rengine bakarlar. Parlaklığı alkol yoğunluğunu gösterir. Renkte yaşıyla, toprağıyla ilgili bilgiler vardır. Sonra koklanır ve nihayet tadına bakarlar. Bouquet ne demek? Şişeyi açtığınız anda burnunuza çarpan rayihaların tamamı. Fermantasyon eyleminden sonra belli bir üzüm kalitesinde oluşan aromalarla yetiştiği toprak ve mikro-iklimin etkisi. Bunlara ek olarak yaşlanma süresinde oluşan lezzetlerin (aging flavours) tamamı. Genç bir şarap tanen yüklüdür. Taneni hafifletmek için “decanter” edersiniz. Yani şişeden büyük bir sürahiye ya da karafa aktarırsınız. Bu sırada bol bol hava alır, taneni düşer. Decanter etmeden, şişeyi açıp bir saat dinlendirmek hiçbir şeyi değiştirmez. Genç şaraplara decanter etmek hava aldırmak amacını taşır. Yağlı şaraplarda ise bu işlem şişe mum ışığına tutularak, dibine çöken tortu ve tanenden kurtulmak için yapılır. Şarabın rengini neler söyler? Tipik kayalık bir arazi ya da yamaçtan gelmiş diyebilirsiniz. Sonra iklimini: Renk çok koyuysa üzümün güneşli bir iklimde, solgun ve açık renk ise serin, kuzey yörelerde yetiştiğini işaret eder. Menekşe bir ton çakıllı bir toprak demektir. Yıllandırmak, kırmızı şarabın renginin kahverengi tona dönüşmesini sağlar. Şarap nasıl tadılır? Dilinizle önce tatlı sonda acı, en son da asiditenin tadını alırsınız. Şarabın tadı derken aslında rayihasından söz ediyoruz. Şarap ağıza gelirken ısınmaya başlar. Bir Alman özdeyişi vardır: Susadıysan bira iç, yaşamdan zevk almak istiyorsan şarabı seç.
 
 Şarap içmek, yalnızca bir içki tüketimi değil; zamanla, mekânla ve hafızayla kurulan çok katmanlı bir estetik ilişkidir. Kadehteki kırmızı, yalnızca üzümün değil, toprağın, güneşin ve sabrın rengidir. Her yudum, bir coğrafyanın, bir mevsimin ve bir insanın izini taşır. Bu yüzden şarap içmek, bir zevk meselesi olduğu kadar, bir anlam arayışıdır. Zevk, burada duyuların değil; duyular aracılığıyla varlığın derinliğine ulaşmanın adıdır.

Şarap, insanın kendine ayırdığı nadir zamanların içsel eşlikçisidir. Bir kadeh şarapla oturmak, dünyadan değil; dünyanın gürültüsünden çekilmek demektir. Bu çekilme, bir kaçış değil; bir yoğunlaşmadır. Şarabın içinde zaman yavaşlar, düşünceler berraklaşır, kelimeler susar. Çünkü şarap, konuşmaktan çok dinlemeyi öğretir. Zevk, burada hazdan değil; dinginlikten doğar. Ve bu dinginlik, ancak içsel bir sessizlikle mümkündür.

Şarap içmek, aynı zamanda bir kültürle temas etmektir. Antik çağlardan bugüne, şarap sofraları yalnızca yemek değil; fikirlerin, duyguların ve şiirin paylaşıldığı alanlar olmuştur. Kadeh tokuşturmak, bir anlaşmanın değil; bir yakınlığın ifadesidir. Zevk, burada yalnızlıktan değil; birlikte olmanın inceliğinden beslenir. Şarap, insanı sarhoş etmez; insanı kendine yaklaştırır. Ve bu yaklaşma, bir zevk değil; bir içsel yolculuktur.

Sonuçta, şarap içmek bir zevk meselesidir; ama bu zevk, yüzeyde değil, derinliktedir. Her kadeh, bir seçimin, bir ritmin, bir ruh hâlinin yansımasıdır. Şarap, insanın kendine verdiği en estetik moladır. Bu mola, zamanın akışını durdurmaz; ama ona anlam katar. Ve anlam, zevkin en rafine biçimidir. Şarap içmek, bu anlamı yudumlamaktır.

25 Nisan 2013 Perşembe

bahar yorgunluğundan kurtulmak



C Vitamini Kürü: Hücrelerin oksijen almasını kolaylaştıran, şeker ve yağların kullanımını artıran ve bağışıklık sistemini kuvvetlendiren C vitamininin bir diğer özelliği de vücutta depolanma yapmaması. C vitamini su ile çözülen ve vücuttan atılan bir element olduğundan kilo yapmaz. Ayrıca hemen her sebze ve meyvenin içerisinde olduğundan alımı çok kolaydır. Ancak C vitamini alımında çok dikkatli olmanız gerekiyor. Pişirme ısısı ve ışık besinlerin C vitaminini kaybetmesine neden olabilir. Bu nedenle kısa süreli ve buhar ağırlıklı pişirme tekniklerini tercih edin ve mümkün olduğunca çiğ besinlerden almaya gayret edin. Bahar yorgunluğundan kurtulmanız için 1 aylık kür süresince 100-500 mg arası C vitamini almanız yeterli olacaktır. Tonik etkisi nedeniyle C vitaminlerini özellikle sabahları alın.
Beslenmeye Dikkat: Olmazsa olmaz besinler; Proteinler (süt, yoğurt, yumurta, balık, et ve tavuk), şekerler (sebze, ekmek, tahıllar), lipitler (yağ, zeytinyağı, peynirler), lifli gıdalar (yeşil sebzeler, kuru sebzeler ve buğday ürünleri). Meyveleri yediğiniz zaman kanınız mide üzerinde yoğunlaşır, sindirim kolaylaşır ve enerji seviyesi oldukça artar.
Yorgunluktan Kurtulmak İçin Terleyin: Çok şiddetli enerji gerektirmeyen yani yarışma sporları dışındaki tüm sporlar, kasların daha çok çalışmasını, hücrelerin oksijen ile dolmasını ve kan dolaşımının güçlenmesini sağlar. Tüm organlar ve bütünüyle organizma çalıştıkça güçlenen ve kendini zinde hisseden bir oluşumdur.
Kaliteli Uyku: Yatmadan önce hafif bir içecek ve uzun süreli ılık duş rahat bir uyku uyumanızı sağlar. Yemekten hemen sonra yatmayın, kendinize 3-4 saat izin verin. Bu süre içerisinde müzik dinleyin, güzel bir film seyredin ya da kitap okuyun, yani beyninizin boşalmasını sağlayın. Odanızın rahatlatıcı bir ışık düzeni olması ve ısısının 18-20 derece arasında olması gerekir. Bu arada en önemlisi gece boyu taze hava solumaktır. 
 
 Bahar yorgunluğu, doğanın uyanışına karşı insan bedeninin ve zihninin geçici bir direnç hâlidir. Mevsim geçişleriyle birlikte hormonal dengeler, biyolojik ritimler ve ruhsal durumlar dalgalanır; bu da halsizlik, isteksizlik ve zihinsel bulanıklık gibi belirtilerle kendini gösterir. Ancak bu geçici hâl, doğru adımlarla dönüştürülebilir. İşte hem bilimsel hem yaşamsal temellere dayanan bazı etkili öneriler:

---

🌿 Bahar Yorgunluğuna Karşı Etkili Yöntemler

1. Düzenli Uyku Rutini Oluşturun
- Her gün aynı saatte yatıp kalkmak, biyolojik saatinizi dengeler.
- 7–8 saat kaliteli uyku, melatonin üretimini düzenleyerek enerji seviyesini artırır⁽¹⁾.

2. Bol Su Tüketin
- Dehidrasyon, yorgunluğun en yaygın nedenlerinden biridir.
- Günde 2–3 litre su içmek, hücresel enerji üretimini destekler⁽¹⁾.

3. Dengeli ve Mevsimsel Beslenin
- Taze sebzeler, meyveler, tam tahıllar ve omega-3 kaynakları (ceviz, somon) yorgunluğu azaltır⁽¹⁾.
- Baharın sunduğu yeşillikler, bedenin arınmasına yardımcı olur.

4. Hafif Egzersizler Yapın
- Günlük 30 dakikalık yürüyüş veya yoga, endorfin salgısını artırarak ruh hâlini iyileştirir⁽²⁾.
- Açık havada yapılan egzersiz, güneş ışığıyla D vitamini sentezini destekler.

5. Doğayla Temas Kurun
- Bahar, yalnızca dışarıda değil, içimizde de bir uyanış çağrısıdır.
- Parkta oturmak, toprağa basmak, çiçeklerle ilgilenmek sinir sistemini yatıştırır⁽²⁾.

6. Stresi Azaltacak Ritüeller Geliştirin
- Meditasyon, nefes egzersizleri ve dijital detoks gibi uygulamalar zihinsel berraklık sağlar.
- Bahar yorgunluğu çoğu zaman zihinsel yüklerin beden üzerindeki yansımasıdır⁽²⁾.

7. Sosyal Temas ve Paylaşım
- Sevdiklerinizle vakit geçirmek, duygusal bağları güçlendirerek motivasyonu artırır.
- Bahar, yalnızca doğanın değil, ilişkilerin de tazelenme zamanıdır⁽²⁾.

23 Nisan 2013 Salı

ayrılık da sevdaya dahil

Büyük, yürekli, kimseye aldırmadan ve korkmadan yaşanan o unutulmaz aşklar... Araya giren zaman ve imkânsızlıklar, yaşanan bu büyük aşklara gölge düşürebilir mi? Paylaşılanlar bir çırpıda unutulur mu? O tutkuyla yanan kalpler, zamana karşı koyabilir mi? Ne diyor Atilla İlhan; "ayrılık da sevdaya dâhil/çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili... Bir bitiş değildir ayrılık, yalnızca duruluş... Duygu ile mantığın, sezgilerle gerçeğin, spontane çıkışlarla sakinliğin ya da ruh ile beynin o akıl almaz birlikteliği.
Sevda, yalnızca kavuşmanın değil; ayrılığın da içinden geçen bir varoluş hâlidir. Çünkü gerçek sevgi, süreklilikle değil, iz bırakmakla ölçülür. Ayrılık, sevdanın sonu değil; onun başka bir biçimde var olmaya devam etmesidir. Seven, ayrıldığında eksilmez; dönüşür. Ve bu dönüşüm, acının değil, anlamın derinliğinde gerçekleşir. Ayrılık, sevdayı yok etmez—onu zamandan bağımsız bir hâle taşır.

Ayrılık, sevdanın sınavıdır. Kavuşmak, arzunun tatmini; ayrılmak ise sadakatin sessiz ispatıdır. Birlikteyken söylenemeyen sözler, ayrılıkta yankılanır; dokunulamayan duygular, uzaklıkta şekil bulur. Sevda, ayrılıkla sınandığında, yüzeysel olan silinir; geriye yalnızca özü kalır. Ve o öz, zamanla değil, hatırlamayla yaşar. Ayrılık, sevdayı öldürmez; onu hafızaya mühürler.

Her ayrılık, bir içsel göçtür. İnsan, sevdiğinden değil; kendinden ayrılır aslında. Çünkü sevda, karşıdaki kişide değil; onun sende bıraktığı izdedir. Ayrıldığında, o izle baş başa kalırsın. Ve bu baş başalık, bir yalnızlık değil; bir içsel çoğalmadır. Ayrılık, sevdayı dışarıdan değil, içeriden büyütür. Çünkü sevda, en çok yokluğun içinde derinleşir.

Ve nihayet, “ayrılık da sevdaya dâhildir” demek, sevdanın yalnızca varlıkla değil, yoklukla da anlam kazandığını kabul etmektir. Sevda, bir sahiplenme değil; bir tanıklık biçimidir. Ayrıldığında bile sevmeye devam ediyorsan, sevdan artık zamana değil, varoluşa aittir. Ayrılık, sevdayı eksiltmez; onu zamansızlaştırır. Ve zamansız olan her şey gibi, o sevda da artık ölümsüzdür.

19 Nisan 2013 Cuma

aşk ve iştah

Âşık olduğumuzda genelde iştahımızı kaybederiz. Psikiyatrist Dr. Christopher bu durumdan sinirsel heyecanı sorumlu tutuyor. “Tutku duyduğunuz bir objeyle karşılaşmak korku duyulanla karşılaşmaya benzer” diyor Dr. Christopher. “Kalp atışınız hızlanır, nefesiniz sıklaşır, kanınıza adrenalin ve glucose pompalanır ve kaslarınız gerilerek harekete hazır hale gelir. Ve tüm bunlar olurken midenizin çevresindeki damarlar büzülür ve yemek o an aklınıza son gelen şeydir”. Peki, bu durum ne kadar sürer? Dr. Jarman “Kovalamaca sürdükçe” diyor. 
Aşk ve iştah, insanın en ilkel ama en rafine dürtülerinden ikisidir; biri ruha, diğeri bedene seslenir gibi görünse de, aslında ikisi de varlığın aynı merkezinden doğar. Aşkta arzu, iştahın karşılığıdır; iştah ise aşkın maddi izdüşümüdür. İnsan, sevdiğinde doymak ister; doyduğunda sevmeye daha yatkın hâle gelir. Bu iki hâl, birbirini besler, birbirini çağırır. Çünkü aşk da iştah gibi, bir eksiklikten değil, bir taşkınlıktan doğar.

İştah, yalnızca açlığın giderilmesi değil; varlığın kendini duyumsama biçimidir. Tıpkı aşk gibi, iştah da bir yönelmedir: bir şeye, bir bedene, bir tada, bir anlama. Aşkla yenen bir lokma, yalnızca besin değil; bir ritüeldir. Ve bu ritüel, insanın kendini hem maddi hem manevi olarak var etme çabasıdır. Aşkın dokunuşu ile iştahın tadı arasında ince bir bağ vardır; biri teni uyandırır, diğeri dili. Ama her ikisi de insanı kendine döndürür.

Aşk da iştah da sınır tanımaz; ikisi de taşarsa yakar, eksilirse kurutur. Bu yüzden ikisinin de dengesi, insanın içsel ritmiyle kurulur. Aşkta olduğu gibi, iştah da bir seçicilik ister; neyi sevdiğin kadar, neyi reddettiğin de seni tanımlar. Sofrada seçilen yemek, aşkta seçilen kelime gibidir—bir anlam taşır, bir yön verir. Ve bu yön, insanın arzularıyla değil, arzularını nasıl taşıdığıyla ilgilidir.

Sonuçta aşk ve iştah, insanın varoluşsal açlığının iki farklı dilidir. Biri sevilmek ister, diğeri beslenmek; ama ikisi de doyurulmadığında aynı boşluğu üretir. Aşkın açlığı ile iştahın susuzluğu aynı yerden konuşur: eksiklikten değil, arayıştan. Ve bu arayış, insanı hem kendine hem ötekine yaklaştırır. Çünkü aşk da iştah da, insanın kendini tanıma biçimidir—bir lokmada, bir bakışta, bir suskunlukta.

16 Nisan 2013 Salı

yalnızlığın keşfi





Unutmayın, yalnız kalmak hayatta başınıza gelebilecek en kötü şey değildir. Şöyle bir tarif belki daha doğru olurdu: Yalnız kalmak her türlü olasılığa açık olmak anlamına gelir. Size, kendinizi ve hayatı keşfetme fırsatı verildiyse bundan kesinlikle yakınmayın. Çünkü şikâyetlerle kaybedecek vaktiniz yok. Başkalarıyla doğru ilişkiler kurabilmenin ancak ve kendisiyle doğru ilişki kurabilmesinden sonra mümkün olacağını anlamış. Oscar Wilde’ın dediği gibi, “Kişinin kendisini sevmesi hayat boyu sürecek bir romantik ilişkinin başlangıcıdır. Kendinizle kurduğunuz ilişki sürekli olarak gelişir, güzelleşir, hiç bir zaman terk edilmezsiniz, hayal kırıklığına uğramazsınız. Bunun için çaba göstermeyi göze alamıyorsanız, yapacak bir şey yok, mutsuzluğa razı olmalısınız. Hem şunu da unutmayın: Ancak kendinizi mutlu etmeyi, öğrenirseniz, başkalarını da mutlu edebilirsiniz. Başkalarının tavsiyelerini elbette dinleyin ama kendini bunlara uymak zorunda hissetmeyin. Canınız ne istiyorsak onu yapın. D. H. Lawrence’ın sözleri kulağınıza küpe olsun: Geleceği düşünürken kederlendim, bu yüzden bundan vazgeçip marmelat yaptım. Portakal ayıklamanın ya da yerleri fırçalamanın insanı bu kadar neşelendirmesi hayret verici bir şey. Ne çeşit bir hayat istediğinizi gözünüzün önünde canlandırın. Hatta bununla yetinmeyin, hayalinizin ayrıntılı bir tarifini yazın. Daha sonra da gerçekleşmeleri için kısa ve uzun vadeli planlar yapmaya başlayın. Kendinizde hoşlandığınız şeylerin bir listesini yapın. Bunları geliştirin. Ayrıca hoşlanmadığınız şeylerin de bir listesini yapın, bunlardan kaçınmaya özen gösterin. Bir süre sora tam istediğiniz kişi haline geleceksiniz. Yani hemen hemen. Korkmaktan değil, korktuğunuz şeylerin sizi sindirmesine izin vermekten kaçının. Kendi mutluluğunuzu her şeyin üstünde tutun. Dünyada iki tür insan vardır, biri acı çekenler, bir de o acıların üstesinden gelebilenler. Amerikalı sinema ve tiyatro oyuncusu Tallulah Bankhead’in dediği gibi: Hayatımı yeniden yaşayabilseydim aynı hataları yapardım, sadece çok daha genç bir yaşta. 
Yalnızlık, çoğu zaman kaçınılan bir hâl gibi sunulur; oysa derinlemesine bakıldığında, insanın kendine en çok yaklaştığı eşiktir. Kalabalıklar içinde silikleşen benlik, yalnızlıkta belirginleşir; çünkü insan, başkalarının bakışından sıyrıldığında kendi aynasına yönelir. Bu yöneliş, bir çöküş değil; bir keşiftir. Yalnızlık, dış dünyanın gürültüsünden arınmış bir iç mekândır—orada sesler değil, yankılar konuşur.

Yalnızlık, düşüncenin en verimli toprağıdır. İnsan, yalnızken yalnızca sessizleşmez; aynı zamanda derinleşir. Zihnin kıyısında biriken sorular, yalnızlıkta merkezine doğru yol alır. Bu yolculuk, bir kaçış değil; bir yüzleşmedir. Çünkü insan, yalnız kaldığında kendini duymaya başlar. Ve bu duyma, varoluşun en çıplak hâlidir. Yalnızlık, insanın kendine dair sorularını erteleyemediği bir zaman dilimidir.

Toplumsal bağlamda yalnızlık, dışlanmışlıkla karıştırılır; oysa hakiki yalnızlık, seçilmiş bir içsel özgürlüktür. Kalabalıklar, aidiyet sunar ama çoğu zaman özgünlüğü boğar. Yalnızlık ise insanı kendi sesine, kendi ritmine, kendi hakikatine taşır. Bu taşınma, bir yalıtılmışlık değil; bir arınmadır. Yalnız kalan, yalnızca çevresinden değil; sahte benliklerinden de sıyrılır. Ve bu sıyrılma, bir eksilme değil; bir öz kazanımıdır.

Sonuçta yalnızlığın keşfi, insanın kendini yeniden kurma sürecidir. Bu süreçte sessizlik, bir boşluk değil; bir imkândır. İnsan, yalnız kaldığında neye inandığını, neyi özlediğini, neyi reddettiğini daha berrak görür. Yalnızlık, bir duvar değil; bir pencere olabilir. Ve o pencereden bakıldığında, dünya değil; insanın içindeki evren görünür. Yalnızlık, bu evrenin haritasını çıkaran sessiz bir kâşiftir.