9 Ocak 2015 Cuma

karda kuşlar



Kar, doğanın hafızasını silen beyaz bir örtüdür; kuşlar ise bu silinmişliğin üzerinde varlıklarını sürdürmeye çalışan narin izlerdir. Her kanat çırpışı, beyazın mutlak sessizliğine karşı bir varoluş çığlığıdır. Karda yürüyen kuş, yalnızca yer değiştirmez; aynı zamanda zamanın donmuş yüzeyine bir anlam kazır. Bu anlam, ne kelimelerle ne de sesle ifade edilir; çünkü karın içinde kuş, dilin ötesinde bir varlıktır. O, sessizliğin içindeki hareket; yokluğun içindeki izdir.

Kuşlar, karın içinde bir tür metafizik direniş sergiler. Beyazın homojenliğine karşı renk, sessizliğe karşı ses, hareketsizliğe karşı titreşim sunarlar. Bu direniş, varlığın kendini hatırlatma çabasıdır. Çünkü kar, her şeyi eşitleyerek farklılıkları siler; kuş ise bu silinmişliğe karşı kendi özünü korur. Onun varlığı, Sartre’ın “varlık ve hiçlik” arasında salınan insan gibi, doğanın unutmaya çalıştığı bir ayrıntıdır. Ve bu ayrıntı, varoluşun en kırılgan ama en dirençli biçimidir.

Karda kuş, yalnızca doğanın bir parçası değil; aynı zamanda insanın içsel yansımasıdır. Çünkü insan da tıpkı kuş gibi, beyazın içinde kendi izini arar. Her adım, her düşünce, karın üzerine düşen bir varlık belirtisidir. Kuşun izinde yürüyen insan, kendi kaybolmuşluğunu takip eder. Bu takip, bir arayış değil; bir tanımadır. Çünkü kar, insanı kendinden uzaklaştırırken; kuş, ona kendini hatırlatır. Ve bu hatırlama, varoluşun en sessiz ama en derin yankısıdır.

Sonuçta, karda kuşlar yalnızca doğanın estetik öğeleri değil; varlığın felsefi metaforlarıdır. Onlar, silinmişliğe karşı bir iz, unutulmuşluğa karşı bir ses, donmuş zamana karşı bir hareket sunarlar. Karın içinde kuş, insanın kendi özüne dair bir çağrıdır. Ve belki de en hakiki düşünce, beyazın içinde yürüyen o küçük izde saklıdır: var olmak, unutulmakla değil, hatırlanmakla mümkündür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder