7 Ocak 2015 Çarşamba

snow





































Kar, yalnızca doğanın bir örtüsü değil; varlığın üzerine serilen metafizik bir sessizliktir. Her tanesi, düşerken zamanı askıya alır; her örtü, mekânı yeniden tanımlar. Kar, varoluşun gürültüsünü susturan beyaz bir suskunluktur. Heidegger’in “sessizlikte açığa çıkan varlık” düşüncesi, karın dokusunda yankılanır. Çünkü kar, konuşmaz ama anlatır; örtmez ama gösterir. Onun beyazlığı, varlığın değil, yokluğun rengidir.

Karın düşüşü, zamanın ritmini bozar. Her tanesi, bir anı uzatır; her örtü, geçmişi siler. Bu silinme, bir yok oluş değil, bir yeniden doğuştur. Kar, belleği sıfırlar; izleri siler, sesleri yutar. İnsan, karın içinde yürürken yalnızca ilerlemez; aynı zamanda unutur. Bu unutma, bir hafıza kaybı değil, bir hafıza arınmasıdır. Çünkü kar, yalnızca toprağı değil, zihni de örter. Ve örtülen her şey, yeniden düşünülmeye mahkûm olur.

Kar, dışsal bir doğa olayı değil; içsel bir felsefi çağrıdır. Onun sessizliği, insanın içsel gürültüsüne karşı bir meydan okumadır. Karın altında kalan şehir, yalnızca fiziksel olarak değil, ontolojik olarak da dönüşür. Binalar, sokaklar, insanlar—hepsi karın beyazlığıyla eşitlenir. Bu eşitlik, bir silinme değil; bir yeniden tanımlamadır. Çünkü kar, ayrımları değil, özleri ortaya çıkarır. Her şey beyazken, yalnızca düşünce renklenir.

Ve nihayet, karın varlığı, insanın kendi varlığına dair sorularını yeniden biçimlendirir. Kar, “ben kimim?” sorusunu değil, “ben neyi örtüyorum?” sorusunu sordurur. Çünkü insan, kar gibi örtücüdür; duygularını, düşüncelerini, arzularını beyaz bir sessizlikle gizler. Ama kar eridiğinde, geriye yalnızca çıplaklık kalır. Ve belki de en hakiki varoluş, karın ardından kalan izsiz toprakta başlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder