10 Ocak 2015 Cumartesi

One more cup of coffee


Bir fincan kahve daha… Bu basit cümle, gündelikliğin sıradanlığından sıyrılıp varoluşun en kırılgan eşiğine yerleşir. Çünkü o son fincan, yalnızca bir içecek değil; ertelenmiş bir vedadır, gecikmiş bir kararın yankısıdır. Kahve, burada zamanın yoğunlaştığı bir ritüeldir—her yudum, geçmişin tortusunu bugüne taşır, geleceğin belirsizliğine karşı bir duraksamadır. “One more cup of coffee before I go,” derken, gitmekten çok kalmanın ağırlığı hissedilir; çünkü insan, çoğu zaman gitmeden önce değil, kalırken eksilir.

Kahve, Batı'nın uyanış içeceği, Doğu’nun tefekkür iksiridir. Onun dumanı, düşüncenin kıvrımlarında dolaşır; acılığı, hayatın hakikatine dokunur. O son fincan, bir yolculuğun değil, bir içsel çözülmenin eşiğidir. Gitmek, yalnızca mekânsal bir ayrılık değil; bir anlamın, bir bağın, bir kimliğin geride bırakılmasıdır. Ve kahve, bu geçişin tanığıdır—ne tamamen dünyevi, ne de bütünüyle metafizik. O, insanın kendiyle yaptığı en sessiz pazarlıktır.

Kahvenin fincanında dönen karanlık, tıpkı bilinç gibi katmanlıdır. Her yudumda, bir düşünce çözülür; her bekleyişte, bir karar ertelenir. Bu erteleme, bir korkaklık değil; varoluşun ağırlığını taşıma biçimidir. Çünkü insan, çoğu zaman gitmeye hazır değildir; sadece gitmesi gerektiğini bilir. Ve o son fincan, bu bilginin içselleştirilmesidir. Kahve, burada bir içecek değil; bir eşik, bir geçit, bir içsel tören olur.

Sonunda, kahve biter. Fincan boşalır ama anlam kalır. Gidilir, ama kalınan yer zihinde yankılanır. “One more cup of coffee” bir arzudan çok, bir gecikmenin şiiridir. Ve belki de insan, en çok o son fincanda kendine yaklaşır—çünkü orada ne kahve vardır ne yol, yalnızca kararın eşiğinde duran çıplak bir benlik. Ve bu benlik, kahvenin telvesinde değil, sessizliğinde okunur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder