20 Ocak 2015 Salı

kitap yerleştirme sanatı



Kişinin entelektüel varoluşunun izlerini bütün netliğiyle barındırması gerektiğine inandığım bir sanattır, kitap yerleştirmek. Özellikle kişisel bir kitaplığı düzenlerken kullanılacak ölçütlerin, yapılacak gruplandırmaların ve sıralamaların kişinin okuma serüveniyle ve entelektüel varoluşuyla doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyorum. Üstelik bu düzen kişinin zaman içindeki entelektüel gelişimine bağlı olarak sürekli değişecektir de. Dolayısıyla herhangi bir başka kişiye kitaplığını ne şekilde düzenleyebileceği ya da düzenlemesi gerektiğine dair bir öneride bulunmayı, yol göstermeyi hem gereksiz hem de yararsız buluyorum.
 
Kişisel bir düzenlemeyi etkisi altına alacak bazı durumlara da işaret etmek gerekir ama:
 
Örneğin akademik araştırmaların doğrudan içinde yer alan bir insansanız, oluşturacağınız düzenin çok daha karmaşık ve işlevsel olacağı su götürmez. Bilhassa insan bilimleri alanında öğrenim gören ya da araştırma yapan insanların kitaplık düzeninde en belirgin özellik, farklı disiplinlere ait konularda yazılmış kitapların hem net olarak birbirinden ayrı durabilmesi, hem de her an birbirine dokunacakmış gibi bir yakınlık içerisinde olabilmeleridir. Eğer araştırma alanı disiplinler arasılık niteliğini fazlasıyla taşıyorsa, bu durumda söz konusu ayrılık-yakınlık gerilimi çok daha şiddetli olacaktır. Buna bir de okunan ve okunacak makaleler külliyatını ve dergi koleksiyonlarını da eklediğimizde, hem fiziksel hem de içerik olarak neredeyse kişinin kendisinden başka hiç kimsenin kavrayamayacağı bir düzenle karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır. Bu düzenin önemli bir özelliği de dışarıdan bakan kişinin ilk elde ilgisini çekmeyecek spesifiklikte kaynakları ön plana çıkartabilme ihtimalidir. Bu düzene sahip bir kitaplığın kaçınılmaz görünümlerinden biri, defalarca okunmaktan bitkin düşmüş ve gövdesinin orasına burasına her türden işaret konulmuş kitapların, raflarda birbirine yaslanarak huzur bulmaya çalışan bir topluluk izlenimi vermesidir, ki bu hâlleri okurunda onlara dokunmuş olmanın hazzını bütün yönleriyle her daim yaşatır.
 
Oysa entelektüel varoluşunuzu akademik düzeyde değil de yakın okumalara hevesli meraklı okur düzeyinde gerçekleştiriyorsanız, özellikle temel kaynaklara, referans kitaplarına, derlemelere, güncel konularda yayımlanmış eserlere düzenin önyüzünde yer vermeniz kuvvetle muhtemeldir. Bu türden bir okurun kitaplık düzeni belli ölçüde dışa dönük bir ruh hâlini taşıyacaktır, kitaplar sanki her an yerinden kalkıp gidecekmiş, bir görünüp bir gizlenecekmiş gibi yaşarlar bu düzende. Bazıları önemlerini sonsuza dek yitirebilir, bazıları geçici ilişkiler gibi birer haz nesnesine, yarar öğesine dönüşebilir, bazıları da sıklıkla karşılaşılan ama hiçbir zaman gerçekten yakınlık kurulamayan tanıdıklar gibi yaşayabilir okurunun hayatında.
 
Bir de okuma serüvenini popüler konularla ve güncel ilgilerle yönlendiren okurlar vardır ki, bunların kitaplık düzenlerinde aslolan unsur hemen hemen her şeyin bir geçicilikle var olmasıdır -varolması değil. Büyümek isteyen ama hayatın renkli anlarını ardı ardına yaşamaya doymak bilmez bir merak ve hevesle sarılmış insanlar vardır ya hani, kitaplıklarının düzeninde pek de rastlanmayacak o karmaşıklık ve ayrılık-yakınlık geriliminin varlığı, ancak “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” deneyiminin yaşanma ihtimaliyle imkân dâhiline girebilirler. Bu tür kitaplıklara dışarıdan bir gerilla hareketi ve müdahalesi yapılmadıkça ya da okur hayatının sürprizini yaşamadıkça düzenin değişmesi neredeyse imkânsızdır.
 
Başka kategorileştirmeler de yapmak mümkündür elbette ama en azından bu üç kategorik anlatım örneği bile kişisel bir kitaplığın düzeninin oluşumunda, yerleştirilmesi etkinliğinde entelektüel varoluşun doğrudan etkisini göstermesi ve kanıtlaması açısından yeterlidir sanırım.
 
Kitap yerleştirme, yalnızca bir düzenleme pratiği değil, aynı zamanda bir düşünce mimarisidir. Her kitaplık, sahibinin zihinsel haritasını mekâna döker; raflar, birer düşünce katmanı, kitap sıraları ise belleğin akışıdır. Bu sanat, estetikle işlevselliğin, hafızayla hayalin kesiştiği bir noktada doğar. Kitapların yerleşimi, yalnızca görsel bir tercih değil, aynı zamanda bir epistemolojik duruştur: Bilgiyi nasıl sıraladığınız, dünyayı nasıl kavradığınızla doğrudan ilişkilidir.

Alfabetik dizilim, düzenin ve sistemin simgesidir; bilgiye erişimi kolaylaştırır ama duyguyu törpüler. Tematik yerleşim, zihinsel çağrışımları besler; tarih kitaplarının yanına felsefe, felsefenin yanına edebiyat… Bu geçişler, okurun zihninde yeni yollar açar. Renge göre dizmek ise görsel hafızayı öne çıkarır; kitaplık bir tabloya dönüşür, her renk bir ruh hâlini çağrıştırır. Yüksek raflar, erişilmesi zor olanı simgelerken; alçak raflar, gündelik düşüncenin durağıdır. Derinlik, kitapla kurulan ilişkinin süresini belirler; sığ raflar hızlı tüketimi, derin raflar ise uzun yolculukları çağrıştırır.

Kitaplık, evin içinde bir tapınaktır. Onun çevresi, okuma ritüelinin mekânsal uzantısıdır. Bir koltuk, bir lamba, bir pencere kenarı… Bunlar, kitabın sessizliğine eşlik eden unsurlardır. Şömine başında dizilmiş kitaplar, sıcaklıkla bilginin buluştuğu bir metafor yaratır. Minderler, battaniyeler, loş ışıklar… Bunlar, okuma eylemini yalnızca zihinsel değil, bedensel bir deneyime dönüştürür. Kitaplık, bu bağlamda bir içsel evrenin dışa vurumudur; her detay, okurun kendini nasıl gördüğünü ve nasıl yaşadığını anlatır.

Sonuçta kitap yerleştirme sanatı, bir tür varoluş biçimidir. Kitapların mekânda nasıl konumlandığı, insanın bilgiyle kurduğu ilişkinin bir aynasıdır. Bu sanat, yalnızca düzen değil, anlam üretir. Her kitaplık, bir kişilik manifestosudur; raflar arasında gezinmek, bir zihnin kıvrımlarında dolaşmaktır. Ve belki de en güzel kitaplık, yalnızca kitapları değil, düşünceleri de barındıran; yalnızca düzeni değil, hikâyeyi de anlatan kitaplıktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder