Kişinin
entelektüel varoluşunun izlerini bütün netliğiyle barındırması gerektiğine
inandığım bir sanattır, kitap yerleştirmek. Özellikle kişisel bir kitaplığı
düzenlerken kullanılacak ölçütlerin, yapılacak gruplandırmaların ve
sıralamaların kişinin okuma serüveniyle ve entelektüel varoluşuyla doğrudan
ilişkili olduğunu düşünüyorum. Üstelik bu düzen kişinin zaman içindeki
entelektüel gelişimine bağlı olarak sürekli değişecektir de. Dolayısıyla
herhangi bir başka kişiye kitaplığını ne şekilde düzenleyebileceği ya da
düzenlemesi gerektiğine dair bir öneride bulunmayı, yol göstermeyi hem gereksiz
hem de yararsız buluyorum.
Kişisel
bir düzenlemeyi etkisi altına alacak bazı durumlara da işaret etmek gerekir
ama:
Örneğin
akademik araştırmaların doğrudan içinde yer alan bir insansanız,
oluşturacağınız düzenin çok daha karmaşık ve işlevsel olacağı su götürmez.
Bilhassa insan bilimleri alanında öğrenim gören ya da araştırma yapan
insanların kitaplık düzeninde en belirgin özellik, farklı disiplinlere ait
konularda yazılmış kitapların hem net olarak birbirinden ayrı durabilmesi, hem
de her an birbirine dokunacakmış gibi bir yakınlık içerisinde olabilmeleridir.
Eğer araştırma alanı disiplinler arasılık niteliğini fazlasıyla taşıyorsa, bu
durumda söz konusu ayrılık-yakınlık gerilimi çok daha şiddetli olacaktır. Buna
bir de okunan ve okunacak makaleler külliyatını ve dergi koleksiyonlarını da
eklediğimizde, hem fiziksel hem de içerik olarak neredeyse kişinin kendisinden
başka hiç kimsenin kavrayamayacağı bir düzenle karşılaşmak şaşırtıcı
olmayacaktır. Bu düzenin önemli bir özelliği de dışarıdan bakan kişinin ilk
elde ilgisini çekmeyecek spesifiklikte kaynakları ön plana çıkartabilme
ihtimalidir. Bu düzene sahip bir kitaplığın kaçınılmaz görünümlerinden biri,
defalarca okunmaktan bitkin düşmüş ve gövdesinin orasına burasına her türden
işaret konulmuş kitapların, raflarda birbirine yaslanarak huzur bulmaya çalışan
bir topluluk izlenimi vermesidir, ki bu hâlleri okurunda onlara dokunmuş
olmanın hazzını bütün yönleriyle her daim yaşatır.
Oysa
entelektüel varoluşunuzu akademik düzeyde değil de yakın okumalara hevesli
meraklı okur düzeyinde gerçekleştiriyorsanız, özellikle temel kaynaklara,
referans kitaplarına, derlemelere, güncel konularda yayımlanmış eserlere
düzenin önyüzünde yer vermeniz kuvvetle muhtemeldir. Bu türden bir okurun
kitaplık düzeni belli ölçüde dışa dönük bir ruh hâlini taşıyacaktır, kitaplar
sanki her an yerinden kalkıp gidecekmiş, bir görünüp bir gizlenecekmiş gibi
yaşarlar bu düzende. Bazıları önemlerini sonsuza dek yitirebilir, bazıları
geçici ilişkiler gibi birer haz nesnesine, yarar öğesine dönüşebilir, bazıları
da sıklıkla karşılaşılan ama hiçbir zaman gerçekten yakınlık kurulamayan
tanıdıklar gibi yaşayabilir okurunun hayatında.
Bir de
okuma serüvenini popüler konularla ve güncel ilgilerle yönlendiren okurlar
vardır ki, bunların kitaplık düzenlerinde aslolan unsur hemen hemen her şeyin
bir geçicilikle var olmasıdır -varolması değil. Büyümek isteyen ama hayatın
renkli anlarını ardı ardına yaşamaya doymak bilmez bir merak ve hevesle
sarılmış insanlar vardır ya hani, kitaplıklarının düzeninde pek de
rastlanmayacak o karmaşıklık ve ayrılık-yakınlık geriliminin varlığı, ancak
“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” deneyiminin yaşanma
ihtimaliyle imkân dâhiline girebilirler. Bu tür kitaplıklara dışarıdan bir
gerilla hareketi ve müdahalesi yapılmadıkça ya da okur hayatının sürprizini
yaşamadıkça düzenin değişmesi neredeyse imkânsızdır.
Başka
kategorileştirmeler de yapmak mümkündür elbette ama en azından bu üç kategorik
anlatım örneği bile kişisel bir kitaplığın düzeninin oluşumunda,
yerleştirilmesi etkinliğinde entelektüel varoluşun doğrudan etkisini göstermesi
ve kanıtlaması açısından yeterlidir sanırım.
Kitap yerleştirme, yalnızca bir düzenleme pratiği değil, aynı zamanda bir düşünce mimarisidir. Her kitaplık, sahibinin zihinsel haritasını mekâna döker; raflar, birer düşünce katmanı, kitap sıraları ise belleğin akışıdır. Bu sanat, estetikle işlevselliğin, hafızayla hayalin kesiştiği bir noktada doğar. Kitapların yerleşimi, yalnızca görsel bir tercih değil, aynı zamanda bir epistemolojik duruştur: Bilgiyi nasıl sıraladığınız, dünyayı nasıl kavradığınızla doğrudan ilişkilidir.
Alfabetik dizilim, düzenin ve sistemin simgesidir; bilgiye erişimi kolaylaştırır ama duyguyu törpüler. Tematik yerleşim, zihinsel çağrışımları besler; tarih kitaplarının yanına felsefe, felsefenin yanına edebiyat… Bu geçişler, okurun zihninde yeni yollar açar. Renge göre dizmek ise görsel hafızayı öne çıkarır; kitaplık bir tabloya dönüşür, her renk bir ruh hâlini çağrıştırır. Yüksek raflar, erişilmesi zor olanı simgelerken; alçak raflar, gündelik düşüncenin durağıdır. Derinlik, kitapla kurulan ilişkinin süresini belirler; sığ raflar hızlı tüketimi, derin raflar ise uzun yolculukları çağrıştırır.
Kitaplık, evin içinde bir tapınaktır. Onun çevresi, okuma ritüelinin mekânsal uzantısıdır. Bir koltuk, bir lamba, bir pencere kenarı… Bunlar, kitabın sessizliğine eşlik eden unsurlardır. Şömine başında dizilmiş kitaplar, sıcaklıkla bilginin buluştuğu bir metafor yaratır. Minderler, battaniyeler, loş ışıklar… Bunlar, okuma eylemini yalnızca zihinsel değil, bedensel bir deneyime dönüştürür. Kitaplık, bu bağlamda bir içsel evrenin dışa vurumudur; her detay, okurun kendini nasıl gördüğünü ve nasıl yaşadığını anlatır.
Sonuçta kitap yerleştirme sanatı, bir tür varoluş biçimidir. Kitapların mekânda nasıl konumlandığı, insanın bilgiyle kurduğu ilişkinin bir aynasıdır. Bu sanat, yalnızca düzen değil, anlam üretir. Her kitaplık, bir kişilik manifestosudur; raflar arasında gezinmek, bir zihnin kıvrımlarında dolaşmaktır. Ve belki de en güzel kitaplık, yalnızca kitapları değil, düşünceleri de barındıran; yalnızca düzeni değil, hikâyeyi de anlatan kitaplıktır.
Alfabetik dizilim, düzenin ve sistemin simgesidir; bilgiye erişimi kolaylaştırır ama duyguyu törpüler. Tematik yerleşim, zihinsel çağrışımları besler; tarih kitaplarının yanına felsefe, felsefenin yanına edebiyat… Bu geçişler, okurun zihninde yeni yollar açar. Renge göre dizmek ise görsel hafızayı öne çıkarır; kitaplık bir tabloya dönüşür, her renk bir ruh hâlini çağrıştırır. Yüksek raflar, erişilmesi zor olanı simgelerken; alçak raflar, gündelik düşüncenin durağıdır. Derinlik, kitapla kurulan ilişkinin süresini belirler; sığ raflar hızlı tüketimi, derin raflar ise uzun yolculukları çağrıştırır.
Kitaplık, evin içinde bir tapınaktır. Onun çevresi, okuma ritüelinin mekânsal uzantısıdır. Bir koltuk, bir lamba, bir pencere kenarı… Bunlar, kitabın sessizliğine eşlik eden unsurlardır. Şömine başında dizilmiş kitaplar, sıcaklıkla bilginin buluştuğu bir metafor yaratır. Minderler, battaniyeler, loş ışıklar… Bunlar, okuma eylemini yalnızca zihinsel değil, bedensel bir deneyime dönüştürür. Kitaplık, bu bağlamda bir içsel evrenin dışa vurumudur; her detay, okurun kendini nasıl gördüğünü ve nasıl yaşadığını anlatır.
Sonuçta kitap yerleştirme sanatı, bir tür varoluş biçimidir. Kitapların mekânda nasıl konumlandığı, insanın bilgiyle kurduğu ilişkinin bir aynasıdır. Bu sanat, yalnızca düzen değil, anlam üretir. Her kitaplık, bir kişilik manifestosudur; raflar arasında gezinmek, bir zihnin kıvrımlarında dolaşmaktır. Ve belki de en güzel kitaplık, yalnızca kitapları değil, düşünceleri de barındıran; yalnızca düzeni değil, hikâyeyi de anlatan kitaplıktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder