Mart ayı, doğanın uyanışını simgeleyen bir eşik zamanıdır; kışın içe dönük sessizliğinden, baharın dışa açılan canlılığına geçişin metafizik bir ifadesidir. Bu geçiş, yalnızca meteorolojik bir değişim değil, aynı zamanda insanın içsel ritmiyle doğanın döngüsü arasında kurduğu derin bir rezonanstır. Mart, tıpkı bir liminal alan gibi, ne tam olarak geçmişe ait ne de bütünüyle geleceğe yöneliktir; o, zamanın kıyısında salınan bir varoluş anıdır.
Bu ay, doğanın yeniden doğuşuna tanıklık ederken, bireyin de kendi içsel uyanışını tetikler. Heidegger’in “varlık zamanla açığa çıkar” önermesiyle düşünüldüğünde, Mart ayı, varlığın kendini yeniden kurduğu bir zamansal aralıktır. Toprakta filizlenen ilk yeşillikler, yalnızca biyolojik bir yenilenme değil, aynı zamanda ontolojik bir hatırlatmadır: yaşam, döngüseldir; ölüm, geçicidir; ve her son, yeni bir başlangıcın habercisidir.
Mart’ın iklimsel kararsızlığı —bir gün güneşli, ertesi gün yağmurlu— insan ruhunun mevsimsel dalgalanmalarıyla örtüşür. Bu değişkenlik, Kierkegaard’ın varoluşsal kaygı tanımıyla paralel bir şekilde, bireyin kendi içsel belirsizlikleriyle yüzleşmesini sağlar. Mart, bu yönüyle, hem umut hem hüzün taşır; çünkü her uyanış, aynı zamanda bir vedadır. Kışın kapanışı, baharın gelişiyle birlikte, geçmişin izlerini silerken, geleceğin belirsizliğini de beraberinde getirir.
Son kertede Mart ayı, zamanın ritmini duyumsamak isteyenler için bir içsel çağrıdır. Doğanın yeniden doğuşu, bireyin kendi varoluşunu yeniden düşünmesi için bir fırsat sunar. Bu ay, yalnızca takvimdeki bir dönemeç değil, aynı zamanda varlığın kendini yeniden kurduğu bir felsefi mekândır. Mart, insanın hem doğayla hem de kendiyle kurduğu ilişkinin en şiirsel, en kırılgan ve en dönüştürücü zamanıdır.
Günlüğünüz karşısında ruhen çırılçıplak kalmayı göze alabileceğiniz belki de tek dostunuz.
26 Mart 2015 Perşembe
mart ayı...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder