19 Aralık 2025 Cuma

kuzey mitolojisi: finlandiya’da uyanmak

 Karanlığın içinden süzülen ilk ışık huzmesi, yalnızca bir sabahın değil, varoluşun kendisinin de başlangıcını müjdeler. Bu sabah, rüyanın sisli kıyılarından yavaşça çekilen bilinç, kendini Finlandiya’nın kadim ormanlarının ortasında bulur. Burada zaman, Homeros’un dizelerinde yankılanan ebediyetle yarışır; burada sabah, yalnızca bir günün değil, bir çağın doğumudur. Uyanış, Platon’un mağarasından çıkış gibi, gölgelerden hakikate, düşten hakikatin ötesine bir geçiştir.

Finlandiya’nın sessizliği, Heidegger’in “sessizlikte açığa çıkan varlık” düşüncesini çağrıştırır. Bu topraklarda sessizlik, yokluk değil; anlamın en yoğun hâlidir. Göl yüzeyinde yankılanan bir kuğunun kanat çırpışı, Tanrıların fısıltısı gibidir. Belki de bu sabah, Kalevala’nın efsanevi kahramanlarından Väinämöinen’in lirinden dökülen ezgilerle örülmüştür. Her ağaç, her taş, her sis parçası, mitolojik bir hafızanın taşıyıcısıdır; burada doğa, yalnızca bir fon değil, bir anlatıcıdır.

Bu uyanış, yalnızca fiziksel bir eylem değil, felsefi bir sıçrayıştır. Descartes’ın “düşünüyorum, öyleyse varım” önermesi, burada “hissediyorum, öyleyse yaşıyorum”a evrilir. Zira Finlandiya’nın sabahında düşünce, yalnızca zihinsel bir faaliyet değil, doğayla kurulan ontolojik bir bağdır. Sisle örtülü bir göl kenarında yürümek, Aristoteles’in peripatetik düşüncesine değil, doğanın kendisiyle yapılan bir diyaloga dönüşür.

Ve işte bu sabah, rüyanın devamı değil, rüyanın kendisidir. Çünkü Finlandiya’da uyanmak, gerçekliğin mitolojiyle, felsefenin doğayla, insanın evrenle yeniden tanışmasıdır. Bu sabah, yalnızca bir günün değil, bir varoluş biçiminin kapılarını aralar. Gözlerimizi açtığımızda gördüğümüz şey, yalnızca bir manzara değil; insanın kadim arayışının, anlamın ve güzelliğin somutlaşmış hâlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder