17 Aralık 2025 Çarşamba

lethe’nin kıyısında — sessizliğin ontolojisi

İnsanlık, gürültünün ve karmaşanın hüküm sürdüğü çağlarda bile, içkin bir sezgiyle sessizliğin kutsiyetine yönelmiştir. Bu yöneliş, yalnızca bir kaçış değil, varoluşun özüne dair bir arayıştır. Antik Yunan’da Lethe Nehri’nin sularına karışan unutkanlık, aslında bir tür arınmadır; geçmişin yüklerinden sıyrılarak saf bir huzura erişmenin mitolojik izdüşümüdür. Sessiz ve sakin bir yer, bu bağlamda Lethe’nin kıyısında kurulmuş bir bilinç tapınağıdır: ne geçmişin yankısı ne geleceğin telaşı vardır orada — yalnızca şimdi’nin dinginliği.

Platon’un idealar dünyasında, güzellik ve iyilik gibi huzur da bir ideadır; duyularla değil, ancak akılla kavranabilir. Bu yüzden sessizliğin hüküm sürdüğü bir mekân, duyuların değil, düşüncenin egemenliğine teslim olmuş bir varlık düzlemidir. Orada sesin yokluğu, anlamın çoğalmasıdır; çünkü gürültü, hakikatin üzerini örten bir perdedir. Huzur verici bir yer, bu perdeyi aralayan bir epistemolojik açıklıktır — bir tür aydınlanma anı, bir logos sükûnetidir.

Doğanın ritmiyle uyumlu bu mekânlar, Heidegger’in “varlıkla birlikte var olma” düşüncesini çağrıştırır. Sessizlik, burada yalnızca bir eksiklik değil, bir varoluş kipidir. Ağaçların hışırtısı, suyun usulca akışı, rüzgârın taşlara fısıldadığı ezgiler — hepsi birer ontolojik bildiridir. Bu yerler, insanın kendini yeniden kurduğu, benliğini evrenin sonsuzluğunda konumlandırdığı metafiziksel sahnelerdir. Huzur, burada bir duygudan ziyade bir bilgi biçimidir; varlığın kendini ifşa ettiği bir sessizliktir.

Bu mükemmel yer, ne yalnızca bir coğrafya ne de bir düşsel mekândır; o, insanın içsel kozmosunda yankılanan bir hakikattir. Tıpkı Tao’nun sessizliğinde ya da Upanişadlar’ın içe dönüşünde olduğu gibi, bu yer de bir iç yolculuğun menzili, bir varlık bilincinin doruğudur. Orada zaman, mekân ve benlik çözülür; geriye yalnızca varoluşun saf melodisi kalır. Ve bu melodi, ne bir nota ne bir kelimedir — yalnızca sessizliğin kendisidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder