15 Aralık 2025 Pazartesi

seyahatin metafiziği

Dünyayı dolaşmak, yalnızca mekânsal bir hareket değil, varoluşun sınırlarını zorlayan bir bilinç serüvenidir. Her adım, insanın kendi iç evrenine attığı bir adımdır aslında; çünkü dışarının sonsuzluğu, içerideki bilinmezliğin izdüşümüdür. Bu yolculuk, Homeros’un Odysseia’sında olduğu gibi, yalnızca bir eve dönüş değil, hakikatin peşinde bir dolanmadır. Ve bu dolanma, rüyanın kendisidir: zamanın ve mekânın çözülüp, anlamın yeniden kurulduğu bir metafizik düzlem.

Rüya, Platon’un mağarasından çıkıp idealar âlemine yükselen ruhun gördüğü ilk ışıktır. O ışık, hakikatin biçimidir; ama biçimden çok, bir çağrıdır. Dünyayı dolaşmak, bu çağrıya kulak vermektir: Babil’in kulelerinden Tibet’in sessizliğine, Machu Picchu’nun sislerinden Delphi’nin kehanetlerine uzanan bir arayıştır bu. Her coğrafya, bir mitin yankısıdır; her manzara, bir tanrının yüzüdür. Ve bu yüzler, rüyanın suretleridir — insanın kendi sonsuzluğuna tuttuğu aynalar.

Nietzsche’nin “sonsuz dönüş” düşüncesiyle bakıldığında, bu yolculuk bir kez değil, sayısız kez yaşanır; çünkü hakikat, tekil bir an değil, sürekli bir devinimdir. Rüyaların en muhteşemi, bu devinimin farkına varıldığı andır: bir dağın zirvesinde, bir çölün ortasında ya da bir okyanusun kıyısında, zamanın durduğu, benliğin çözüldüğü o eşsiz kesitte. Orada, insan artık bir gezgin değil, bir tanıktır — evrenin kendi üzerine kıvrılan anlamına tanıklık eden bir bilinç.

Ve nihayet, bu rüya, ne uykuda ne uyanıklıkta yaşanır; o, ikisinin sınırında, Hermes’in yollarında, Tanrıların ve ölümlülerin kesiştiği eşikte doğar. Dünyayı dolaşmak, bu eşiği geçmektir: yalnızca görmek için değil, görmenin ötesine geçmek için. Çünkü görebileceğiniz bütün rüyaların en muhteşemi, dışarıda değil, o yolculukla içimizde uyanan kudrettedir. Ve bu kudret, Logos’un sessiz fısıltısıyla dile gelir: “Kendini dolaş, çünkü dünya sensin.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder