9 Kasım 2025 Pazar

eksilmenin estetiği: fotoğraflarda unutulan zamanın izleri

Eski fotoğraflar, yalnızca geçmişin görsel belgeleri değildir; onlar, zamanın kendisini yonttuğu sessiz taşlardır. Her karede, bir anın donmuş hali değil, eksilmiş bir varlığın yankısı vardır. Gülümseyen yüzlerin ardında artık gülmeyen ağızlar, çocuk bedenlerinde büyümüş ruhlar, ve gözlerin içine sinmiş zamanın tortusu saklıdır. Fotoğraf, varlığın değil, yokluğun tanığıdır; çünkü her bakışta, artık olmayan bir şeye bakarız.

Eksilmek, insanın en kadim deneyimidir. Hafızamız, hatırladıklarımızdan çok, unuttuklarımızla şekillenir. Eski fotoğraflara bakarken, sadece geçmişi değil, geçmişin bizde bıraktığı boşluğu da görürüz. O boşluk, varoluşun en derin çatlağıdır; çünkü insan, eksildikçe kendini tanır. Her eksilme, bir farkındalık doğurur: kim olduğumuzu değil, kim olmadığımızı öğreniriz.

Fotoğraflar, zamanın felsefi bir eleştirisidir. Onlar, "şimdi"nin geçiciliğini ve "geçmiş"in sabitliğini sorgular. Bir fotoğrafa ne kadar uzun bakarsak, o kadar çok eksiliriz; çünkü o görüntüdeki biz, artık biz değilizdir. Bu yüzden fotoğraflar, varlığın değil, zamanın metafiziğini taşır. Onlar, Heidegger’in “zaman içinde varlık” düşüncesini somutlaştırır; çünkü her kare, varlığın zamanla nasıl eridiğini gösterir.

Ve biz, eksildikçe çoğalırız. Çünkü eksilmek, bir tür arınmadır; fazlalıklardan, yanılsamalardan, geçmişin yüklerinden kurtulmak. Eski fotoğraflar, bu arınmanın sessiz tanıklarıdır. Onlara bakarken, sadece geçmişi değil, kendimizi de yeniden kurarız. Eksilmek, bir yok oluş değil; bir yeniden doğuştur. Ve belki de en hakiki varoluş, eksildikten sonra kalan şeydir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder