16 Kasım 2025 Pazar

sessizliğin sofrası: kitap, kahve ve kurabiye üzerine bir meditasyon

İnsan, varoluşun gürültüsünden kaçmak için sığınaklar inşa eder kendine; kimi bir mabede, kimi bir dağa, kimi ise bir kitabın sayfalarına çekilir. Kitap, yalnızca bilgi taşıyan bir nesne değil, zamanın ötesine uzanan bir bilinç köprüsüdür. Her satır, geçmişin yankısı, geleceğin sezgisiyle örülmüş bir düşünce labirentidir. Onunla geçirilen her an, insanın kendi iç evrenine doğru yaptığı bir yolculuktur; kelimeler, zihnin kıvrımlarında yankılanan sessiz adımlardır.

Bu içsel yolculuğun eşlikçileri vardır elbette. Kahve, uyanıklığın değil, farkındalığın içeceğidir. Onun acılığı, yaşamın çelişkilerini hatırlatır; tatlıya çalan aroması ise umudun kırılgan ama vazgeçilmez varlığını. Her yudum, zihni berraklaştıran bir ritüeldir; düşüncenin kıyısında bekleyen sorulara cesaretle yaklaşmanın vesilesidir. Kahve, zamanı yavaşlatır; insanı, kendi düşüncelerinin yankısını dinlemeye davet eder.

Kurabiye ise bu üçlü arasında en masum görünen ama en derin anlamı taşıyandır. O, çocukluğun kırıntısıdır; geçmişin tatlı bir hatırası, şimdiyle kurulan duygusal bir köprüdür. Her ısırık, belleğin tozlu raflarından bir anıyı indirir; bir annenin gülümsemesi, bir dostun kahkahası, bir kış akşamının sıcaklığı… Kurabiye, bedenin değil, ruhun açlığını doyurur. Onunla birlikte kitap okunur, kahve içilir, ama aslında insan kendini hatırlar.

Bu üçlü —kitap, kahve ve kurabiye— bir masanın üzerinde rastgele bir araya gelmiş nesneler değil, varoluşun üç ayrı boyutudur: düşünce, farkındalık ve hatıra. Onlar, modern insanın hızla unuttuğu bir ritüelin sessiz tanıklarıdır. Bu ritüel, yaşamın anlamını dışarıda değil, içeride arayanların sofrasıdır. Ve bu sofrada, konuşan kelimeler değil, suskunluklardır; çünkü bazen en derin hakikat, bir sayfanın kıyısında, bir fincanın buharında ya da bir kırıntının düşüşünde gizlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder