21 Kasım 2025 Cuma

yağmurun altında unutulmuş bir dans

Yağmur, gökyüzünün yeryüzüne yazdığı en eski mektuptur. Her damlası, varoluşun sessiz bir yankısı, evrenin nabzında atan bir ritimdir. İnsan, bu ritme kulak verdiğinde, kendi içindeki kaosun melodisini duyar. Yağmur altında dans etmek, yalnızca bir bedenin ıslanması değil; benliğin, doğanın kadim döngüsüne teslimiyetidir. Bu teslimiyet, aklın sınırlarını aşan bir sezgiyle, insanın kendini evrenin sonsuzluğunda bir damla olarak kavramasıdır.

Dans, burada bir eylem değil, bir varoluş biçimidir. Ayakların toprağa her dokunuşu, geçmişin izlerini silerken geleceğin bilinmezliğine bir adım atar. Yağmurun altında dans eden, zamanı askıya alır; çünkü o an, ne dün vardır ne de yarın. Sadece şimdi, sadece ıslak bir hakikat. Bu hakikat, insanın maskesiz hâlidir — ne toplumun yüklediği roller, ne de zihnin kurduğu kalıplar. Sadece çıplak bir ruh, gökyüzüyle baş başa.

Felsefenin en kadim sorusu olan “Ben kimim?” sorusu, belki de en berrak cevabını bu ıslak yalnızlıkta bulur. Çünkü yağmur altında dans eden, kendini tanımaya değil, kendini unutmaya cesaret eder. Unutmak, hatırlamaktan daha derin bir bilgeliği barındırır; çünkü hatırlamak geçmişin zinciridir, unutmak ise varoluşun özgürlüğü. Ve bu özgürlük, insanın kendini evrenin sonsuz akışına bırakmasıyla mümkündür.

Sonunda, yağmur diner. Geriye kalan, ıslanmış bir beden değil, arınmış bir bilinçtir. Toprak kokusu, gökyüzünün öpücüğüyle birleşir; ve insan, bir anlığına da olsa, evrenin şiirine dâhil olur. Yağmur altında dans etmek, bir başkaldırı değil, bir kabulleniştir — yaşamın geçiciliğine, acının kaçınılmazlığına ve güzelliğin kırılganlığına dair sessiz bir onay.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder