18 Kasım 2025 Salı

eşiklerde duran ruhun monoloğu

Bugün ben bir dönüm noktasındayım; zamanın kıyısında, varoluşun en keskin virajında duruyorum. Bu an, ne geçmişin tortularına tamamen gömülmüş ne de geleceğin belirsizliğine teslim olmuş bir geçiş ânı. Sanki Kierkegaard’ın “ya/ya da”sında sıkışmış bir bilinç gibi, seçim ile zorunluluk arasında salınan bir varlık olarak kendimi yeniden tanımlamak zorundayım. Çünkü her dönüm noktası, yalnızca bir yön değişimi değil, aynı zamanda benliğin özüne dair bir sorgulamanın da başlangıcıdır.

Zaman, bu noktada lineerliğini yitiriyor; geçmiş, bir yankı gibi bugüne sızıyor, gelecek ise bir ihtimal olarak göz kırpıyor. Heidegger’in “oluş” kavramı burada ete kemiğe bürünüyor: Ben artık sadece olan değil, olmakta olanım. Her karar, bir varlık biçimini dışlar; her tereddüt, bir hakikatin önünü tıkar. Bu yüzden dönüm noktası, yalnızca bir yol ayrımı değil, aynı zamanda bir ontolojik krizin sahnesidir. Ben bu sahnede, kendi varlığımın hem oyuncusu hem seyircisiyim.

İçimdeki çatışma, Hegel’in diyalektiği gibi ilerliyor: tez, antitez ve nihayetinde bir sentez arayışı. Bugüne dek taşıdığım kimlikler, düşünceler, arzular; hepsi bir hesaplaşmanın eşiğinde. Bu eşik, yalnızca dışsal bir değişimin değil, içsel bir devrimin de habercisi. Belki de dönüm noktası dediğimiz şey, ruhun kendiyle yüzleştiği, maskelerin düştüğü, hakikatin çıplaklığıyla baş başa kaldığı o ürpertici sessizliktir.

Ve şimdi, bu sessizlikte bir ses arıyorum: bana ait, bana özgü, beni yeniden kuracak bir ses. Çünkü dönüm noktası, yalnızca bir sonun değil, aynı zamanda bir başlangıcın da adıdır. Her başlangıç, bir cesaret ister; her cesaret, bir yalnızlık. Ama bu yalnızlık, varoluşun en sahici hâlidir. Bugün ben bir dönüm noktasındayım; ve bu, artık kim olduğumu değil, kim olmak istediğimi sormanın zamanıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder