28 Kasım 2025 Cuma

yağmurun hafızasında şarabın düşü

 Yağmurda ıslanmak, insanın doğayla kurduğu en çıplak temas biçimlerinden biridir; bir arınma ritüeli, bir varoluşsal teslimiyet. Bu temas, şarabın mahremiyetine benzer: damakta bıraktığı iz, geçmişin tortularını bugüne taşıyan bir hafıza nesnesidir. Yağmurun teni delip geçen serinliği ile şarabın içe işleyen sıcaklığı, birbirine zıt gibi görünse de, aslında aynı ontolojik düzlemde buluşurlar. Her ikisi de zamanın akışına direnen, insanın içsel boşluğunu anlamla dolduran simgesel eylemlerdir.

Şarap, yalnızca bir içki değil, bir düşünme biçimidir. Yağmur altında içilen bir kadeh, Heidegger’in “dasein” kavramını çağrıştırır: varlık, kendi fırlatılmışlığı içinde dünyaya açılırken, şarap bu açılmanın duyusal ve düşünsel eşlikçisidir. Yağmurun altında ıslanmak, insanın kendini doğanın hükmüne bırakmasıdır; şarap ise bu hükmün içinde bilinçli bir karşı duruştur. İkisi bir araya geldiğinde, insan hem teslim olur hem de direnir; hem çözülür hem de yeniden kurulur.

Bu birleşim, estetik bir deneyimden öte, etik bir duruşa dönüşür. Yağmurun altında içilen şarap, Kierkegaard’ın “ya da ya da”sını somutlaştırır: hem melankolinin hem neşenin taşıyıcısıdır. Islanmak, dışsal bir olay gibi görünse de, içsel bir çözülmenin metaforudur. Şarap ise bu çözülmenin dilidir; konuşmayan ama anlatan, susan ama düşündüren bir dil. Bu dil, insanın kendiyle kurduğu en derin diyaloglardan biridir.

Yağmurda ıslanmak ve şarap içmek, insanın zamana karşı geliştirdiği iki farklı ama tamamlayıcı stratejidir. Biri doğanın ritmine uyum sağlarken, diğeri bu ritmi anlamlandırır. Yağmur, varlığın çıplaklığını ortaya çıkarır; şarap ise bu çıplaklığı giydirir. İkisinin buluştuğu an, insanın hem doğaya hem kendine en yakın olduğu andır. Bu an, edebiyatın, felsefenin ve sanatın doğduğu yerdir: varlığın anlam arayışında, bir damla yağmur ve bir yudum şarap kadar derin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder