Yağmurun en güzel armağanı. Doğanın şahane esansı.
Çisil çisil yağan yağmur dindikten sonra hafif bir
rüzgârla gelip ciğerlerinize dolan, huzur verici, dinlendirici, masum bir
koku...
İnsana doğanın varlığını hissettiren ve insanın da
doğanın bir parçası olduğunu anımsatan koku.
Bu kokuyu aldığında bir huzur kaplar insanı. Gerçekten
çok tuhaf bir duygudur bu. İnsanın bir gün döneceği yeri hatırlamasını sağlar.
Fakat korkmak yerine rahatlar.
İnsana ölümü ve yeniden doğuşu anımsatan kokudur. Çok
garip bir duygudur, hüzünlü anlara hüzün, sevinçli anlara sevinç, coşku katar.
İnsanı alır götürür çocukluğuna, masum günlerine ya da hiç bilmediğin
diyarlara. Toprağın altındaki tanıdıklarından haberler getirir sanki onların
sesinden fısıldar. "Toprak, içinde sevdiklerimizi içinde bulundurduğu için
mi bu denli güzel kokar?"
Çek kokuyu içine. Kapa gözlerini. Tekrar çek kokuyu
içine. Ama öyle böyle değil. Tüm boşlukları doldur vücudunda. Parmak uçlarında
hisset o kokuyu. Göğsünün şiştiğini hisset. Kalbinin hızlandığını hisset.
Hafiften titre ve kendine gel. Sonra ver nefesi. Ardından hemen çok çok derin
bir nefes daha. Bayılacak kadar çek. Oksijen beynine ulaşsın. Çarpsın biraz.
Kafan güzel olsun. Oksijen sarhoşu ol. Ardından o diyardan ayrıl. Aç gözlerini.
O yağmur sonrası gelen toprağın kokusunu yavaşça ver dışarı. Ve dünyaya bak.
İnsanlığa acı. Şu kahrolası hayata kaldığın yerden devam et. Ama cennetin ne
olduğunu artık biliyorsun.
Bugün yaşadığım en güzel an yağan dolu evet mayıs
ayında yağan dolu sonrasında gelen toprak kokusu.
Aklımda Attila İlhan’dan birkaç dize elimde bir bardak
çay fonda Dalida – Love in Portofino ve Jose Feliciano – Rain.
BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum, sen yoksun!
Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatihte yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlarda bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum, sen yoksun!
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor.
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin...
ATTİLA İLHAN