28 Şubat 2014 Cuma

nergis ilkesi




Kızım defalarca telefon edip, "Anne, zamanları geçmeden gelip nergisleri görmelisin" demişti. Aslında gitmek istiyordum, ama Laguna'dan Arrowhead Gölü neredeyse iki saatlik araba mesafesindeydi. Biraz gönülsüzce, "Haftaya Salı geleceğim" diye söz verdim. Çünkü bu üçüncü telefon edişiydi.

Ertesi Salı yağmur ve soğukla birlikte geldi. Ama ne çare, söz vermiştim bir kere ve bu yüzden arabaya atlayıp gittim. Carolyn'in evine girip kızımı kucakladıktan ve torunlarımla hasret giderdikten sonra dedim ki, "Nergisleri boş ver Carolyn! Yol sisten görünmüyor. Zaten şu anda seni ve çocukları o kadar çok özlemiş durumdayım ki bir metre daha araba kullanmayı düşünmüyorum!"

Kızım sakince gülümsedi ve "Biz her zaman böyle havalarda araba kullanıyoruz, anneciğim" dedi. Bense, "Hava açılmadan dünyada tekrar yola çıkmam. O zaman da doğru evime döneceğim!" diye kararlı bir şekilde konuştum.

Carolyn, "Arabamı almak için beni garaja kadar götürebileceğini düşünmüştüm" deyince "Ne kadar mesafede?" diye sordum. "Sadece birkaç yüz metre ötede" dedi Carolyn. "Tamam, o zaman, götürürüm. Nasılsa bu kadar yola alışığım" dedim.

Yola çıktıktan birkaç dakika sonra "Nereye gidiyoruz biz? Bu yol garaj yolu değil!" diye sordum. Carolyn gülerek, "Garaja uzun yoldan gidiyoruz" dedi, "Nergislerin yolundan..."
"Carolyn!" dedim sert bir sesle, "lütfen geri dön."
"Tamam, anne", dedi Carolyn, "inan bana; bu fırsatı kaçırırsan kendini asla bağışlamazsın."

Yirmi dakika kadar sonra küçük bir çakıl yola saptık ve ileride bir kilise gördüm. Kilisenin diğer ucunda elle yazılmış "Nergis Bahçesi" yazısı vardı. Arabadan çıkarak her birimiz bir çocuğun elinden tuttuk ve patikadan aşağı doğru yürüyen Carolyn'i takip etmeye başladım.

Patika yolun dönemeç yaptığı yeri döner dönmez gördüklerim karşısında nefesim kesildi. Dünyanın en göz alıcı görüntüsü gözlerimin önünde uzanıyordu. Sanki birisi koca bir kazan dolusu altını alıp dağın zirvesinden aşağıya, yamaçlarına doğru boca etmişti. Çiçekler görkemli bir şekilde, helezonlar halinde, koyu turuncu, beyaz, limon sarısı, somon pembesi, hardal ve krem, rengârenk, adeta kurdeleler gibi ard arda dizilmişlerdi. Aynı renkteki çiçekler bir arada ekilmiş olduğundan, her biri kendi rengindeki bir ırmağı andırırcasına akıp gidiyordu.

Beş dönüm çiçek vardı. "Fakat, bütün bunları kim yaptı?" diye sordum Carolyn'e.
"Sadece bir tek kadın" diye cevapladı, "Kendisi de burada yaşıyor; burası onun evi."
Tüm o ihtişamın ortasındaki küçük ve mütevazı, iyi bakılmış, A şeklindeki bir evi gösterdi. Eve doğru yürüdük. Evin girişindeki bahçede bir tabela gördük: "Cevaplayabildiğim Kadarıyla Soracaklarınızın Yanıtları" yazıyordu tabelada.

İlk yanıt basitti, "50.000 çiçek soğanı" diyordu.

İkinci yanıt, "Hepsi birer birer, bir kadın tarafından. İki el, iki ayak ve birazcık akıl ile."

Üçüncüsü, "1958'de başlandı" idi.

İşte, "Nergis İlkesi" buydu...

O an benim için hayatımı değiştirecek bir deneyim oldu. Hiç görmemiş olduğum bu kadıncağızı düşündüm, aşağı yukarı kırk yıl önce bu işe koyulan, her seferinde bir çiçek soğanı ekerek, görülmesi bile zor bir dağa göz zevkini ve neşesini getirmiş olan o kadını. Ama, her seferinde tek bir çiçek soğanı ekerek, yıllar boyu süren çabası sonucunda dünyayı değiştirebilmişti.

Bu bilinmeyen kadın, içinde yaşadığı dünyayı ebediyen değiştirmişti. Tarifi zor bir büyülü ortam, güzellik ve ilham yaratmıştı. Onun nergis bahçesinin öğrettiği ilke, en çok bilinen prensiplerden biriydi. Yani, maçlarımıza ve arzularımıza doğru her seferinde bir adım atarak -daha çok küçük birer adım atarak- ulaşmayı öğrenmek, bir iş yapmayı sevmesini öğrenmek ve zaman birikiminin nasıl kullanılacağını öğrenmek.

Zamanın küçük parçacıklarını ufak günlük çabalarımızla çarptığımız zaman, kendimizin de muhteşem şeyler yapabileceğimizi görürüz. Biz de dünyayı değiştirebiliriz.

Yine de bu beni biraz üzüyor" dedim Carolyn'e, "bizi uğraştırmalarına kızarız. Deriz ki, eğer bu devreyi atlatırlarsa, çok daha mutlu olacağız. Eşimizin işlerinin iyi olması halinde, daha güzel bir araba aldığımız zaman, güzel bir tatile çıkabilirsek, ya da emekli olursak, yaşantımızın eksiği kalmayacağını kendimize anlatır dururuz.
Gerçek şudur ki, daha fazla mutlu olabilmemiz için içinde bulunduğumuz andan daha iyi bir zaman yoktur.

Eğer şimdi mutlu olmayacaksak, ne zaman olacağız?

Yaşantınızda her zaman birçok şeyle mücadele edeceksiniz. En iyisi bunu kabul etmeniz ve ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermenizdir.

Mutluluk bir yoldur. Bu nedenle, yaşadığınız her anı bir hazine gibi yaşayın, sizin için "zamanı birlikte yaşayacak kadar özel olan" kimselerle geçirdiğinizi düşünerek hazinenize daha sıkı sarılın... Ve unutmayın, zaman hiç kimseyi beklemez.

İşte bunun için beklemekten vazgeçin...
Evinizin ya da arabanızın ödemelerinin bitmesini
Yeni bir ev veya araba alacağınız günü
Çocuklarınızın evden ayrılacakları günü
Tekrar okula dönmeyi
Okuldan mezun olmayı
10 kilo vermeyi ya da almayı
Evlenmeyi
Boşanmayı
Çocuklarınızın doğmasını
Emekli olmayı
Yazın gelmesini
Baharı
Kışı
Güzü
Ölümünüzü... Beklemekten vazgeçin!

Mutlu olmak için şu andan daha uygun bir zaman yoktur.

Mutluluk yolculuktur, gidilecek yer değil. Bu yüzden, sanki paraya ihtiyacınız yokmuş gibi çalışın, hiç incinmemişsiniz gibi sevin ve sanki hiç kimse sizi seyretmiyormuşçasına dans edin.



27 Şubat 2014 Perşembe

meleklerin şarkısı



İçinin derinlerinde bir ışık parlıyor, sen bu yaşama girdiğinde seninle doğan bir ışık.
Bu ışık karanlıktaki deniz feneridir, soğuktaki sıcaklıktır, barınak ve sığınaktır. Ve bu ışık senindir, her zaman oradadır, duyguların altında, korkunun ve şüphenin altında, her zaman orda parlamakta.
Şimdi, derin bir nefes al. Ve sonra bir tane daha ve sonra bir nefes daha. Gözlerini kapat ve içinde merkezindeki ışığı gör. Onun genişlediğini izle. Genişlediğini izle ve bedenini tamamen doldurana kadar ışığı genişlet. Ve ışık genişlerken, onun sevgiyi nasıl kapsadığını hisset, sadece sevgiyi. Bu sevginin korku ve şüpheden ne kadar güçlü olduğunu hisset. Bırak ışık genişlesin ve seni tamamen doldursun ve sonra, daha da dışarıya doğru genişlemesine izin ver, öyle ki sen geceleyin ışığını uzaklara yayan bir fenere benzeyesin, parlak ve ışıltılı, sevgiyle dolu, ışıkla dolu, parlak enerjisel bir varlık.
Ve şimdi, meleklerin seni bir halka gibi çevrelediğini gör. Onların parlak, beyaz ışıkta parıldadığını gör. Onlar sevginin şarkısını söylüyorlar. Işığın şarkısını söylüyorlar. Bu yaşamanın harikalarının şarkısını söylüyorlar ve sana yaşaman, iyi yaşaman için cesaret gönderiyorlar.
Onların şarkısını dinle. Senin için ruhunun niyetinin şarkısını söylerlerken dinle, bu yaşam armağanına nasıl özlem duymuştun ve onu almıştın, sana yaşamın bir kıvılcımı nasıl verilmişti, şu anda merkezinde parıldayan aynı kıvılcım. Nasıl doğdun ve o zamandan beri nasıl sevildin ve kıymetli tutuldun, özgürlüğe doğru giden adımları atman için seni cesaretlendirmek için yardımcı eller sana nasıl uzatıldı, melekler kendi hayatını kendi şeklinde yaşamana izin verirken seni nasıl korudular. Ve şu anda da senin için buradalar, bu şarkıyı söylüyorlar, senin şarkını, yaşamının şarkısını, eğer onun senin için parlamasına izin verirsen senin için orda olan tüm harika sevgiyi, şimdi ve daima ve her günün her anında yoluna akan tüm rehberlik ve bilgelik.
Bu şarkıyı dinle ve seç. Şüphe yerine kesinliği ve inancı seç. Korku yerine cesaretli eylemi seç. Kendini bulmak ve kendini bilgelik ve neşeyle yükseltmek için ruhunla, bu meleklerle ve Tanrıyla bağlantına, derinlerine gitmeyi seç.
Tüm olduğunla, tüm harikalığınla, kendin ve başkaları için parıldayan bir fener gibi derin imanda yürüyerek parıldamayı seç. Sevmeyi seç ve bu değerli yaşamı ve her an sana getirdiği her kutsamayı kucakla.
Teşekkür et ve hoşnut ol. Sen canlısın ve bu iyidir.

26 Şubat 2014 Çarşamba

Lütfen bir tebessüm...





Küçük bir kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi.
Bu tebessüm, adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu.

Bu hava içinde, yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı.
Hemen bir not yazdı, yolladı.

Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantadaki garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.

Garson kız, ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.

Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki...
İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti.
Karnını iki günden beri ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.

Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu.
Sıcak odada bir sağa, bir sola durmaksızın koşuşturdu.

Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu.
Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı.
Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi, bir TEBESSÜM'ün sonucuydu...