26 Mayıs 2014 Pazartesi

istanbul ağrısı



kanatları parça parça bu ağustos geceleri
yıldızlar kaynarken
şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
sen
eğer yine İstanbul'san
yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim

pancak pancak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Tel Aviv şarkıları
mavi asfaltlara çokmuş
diz bağlıyor
eğer sen yine İstanbul'san
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
ağlayan
sen eğer yine İstanbul'san
aldanmıyorsam
yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine senin emrindeyim
utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yani su bildiğim Atilla ilhan'ı
zehirleyebilirim

sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
imtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den
tophane iskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş biçkin şoförler
uykusuz dalgalanıyor

ulan İstanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kurdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
aksamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki İstanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
çaresiz zehirle kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin

eğer sen yine İstanbul'san
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok isçilerine
satır satır okumak istediğim
sen
eğer yine İstanbul'san
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim

ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbul'san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
göz bebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir

ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
kaç kere yazdım kim bilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül'ünde birader mirc ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık

Attilâ İlhan

24 Mayıs 2014 Cumartesi

orman sarmaşığı gibidir bazı kadınlar



Kökleri toprağa inatla tutunmuştur, dalları ise yaşama...
Başları hep yukarıya bakar, başlarına ne gelirse gelsin, her zaman yukarıya...
Onlar babalarının bahçelerinde doğmazlar, orman çocuğudurlar nihayetinde.
Bu yüzden doğuştan güçlüdürler, börtü böcek arasında büyürler.
Orman kanunlarını iyi bilirler, hayatta kalmanın ise bin bir türlü yolunu...
Orman sarmaşıkları doğuştan savaşçıdırlar.
Hep mücadele etmelerini gerektiren bir sebepleri vardır.
Gerektiğinde kavgadan da korkmazlar.
Her mevsime dayanıklıdırlar ve her koşula.
Özgürdürler, kolay kolay bir erkeğe bağlanamazlar.
Onlar bir tek kendileri gibi savaşçılara aşık olurlar.
Aşkları kuvvetlidir, bünyeleri de...
Vahşidirler ama bir o kadar duygusaldırlar.
Onlar güçlü duyguların kadınlarıdır;
Büyük acıların, büyük mücadelelerin, büyük kavgaların, büyük hayallerin, büyük aşkların...
Hayatları inişli çıkışlıdır ve denizleri dalgalı...
Onlar kimsenin cesaret edemediği kararları alırlar.
Herkesten daha çok denerler ve yanılırlar...
Bu yüzden en çok hatayı onlar yaparlar.
En çok onlar hakarete uğrarlar.
En çok onların hakkında konuşulur.
En çok onlar düşerler,
En kolay onlar kalkarlar,
Bir türlü bitmezler, yok olduklarını düşündüğünüz her seferinde küllerinden yeniden doğarlar.
Kimse onlar kadar sık “yeniden” başlayamaz...
Hayat arsızıdır bu orman sarmaşığı kadınlar.
Bu yüzden kendilerini de korumazlar; açıkta dururlar...
Rüzgara karşı, ayaza karşı, yel değirmenlerine karşı, hayatın tam orta yerinde; hayata karşı...
Bu orman sarmaşığı kadınlar acının da, aşkın da dibine vururlar.
Bu yüzden, en çok onlar yaralanırlar,
En çok onlar karalanırlar...
Yıldız kadar parlak ama gece kadar da karanlıktırlar.
Ateş kadar sıcak, kar kadar da soğukturlar.
Asidirler ama bir o kadar da asildirler.
En güçlü fırtınalar onların başından geçer inadına, en sert rüzgarlar ve en deli yağmurlar...
Bu orman sarmaşıkları iflah olmazlar...
Kazansalar da, kaybetseler de, her savaştan daha da güçlenerek çıkarlar...
Tıpkı bir orman sarmaşığı gibi; ne kadar kesersen kes, bir yolunu bulur yine başlarını bi yerden çıkarırlar...

22 Mayıs 2014 Perşembe

sıcak taş terapisi


Bedeninizi Taşla Rahatlatın

Taşların büyüsüne inanmanız gerekiyor. Ancak öyle bir masaj tekniği var ki vücudunuzu sadece rahatlatmıyor, aynı zamanda kronikleşmiş rahatsızlıklara da iyi geliyor. Sıcak Taş Terapisi ile suyun ve ısının gevşetme etkisinin yanında, iyileştirme gücünün de farkına varacaksınız.

Sıcak taş terapisinin periyodik olarak uygulanması, kronikleşmiş sıkıntılar üzerinde etkili oluyor. Bu terapinin yararı yalnızca tanımlanan sorunun giderilmesiyle sınırlı değil. Sıcak taş terapisi aynı zamanda fiziksel, duygusal ve zihinsel anlamda da enerji veriyor. Kısacası, terapi gören kişi kendini baştan aşağı arınmış hissediyor. Sıcak taş terapisi aşağıdakiler de dâhil olmak üzere pek çok sorunu gidermede yardımcı olabiliyor.

* Kas, kemik ve eklem sorunları
Bel ve sırt ağrısı
Spor yaralanmaları

* Stres kaynaklı sorunlar
Stres, gerginlik
Uykusuzluk

* Kadın sağlığı
Regl sıkıntıları
Sancılı regl ağrıları, aşırı kanama

* Hamilelikte karşılaşılan sorunlar
Bel ve sırt ağrıları
Rahatlama

* Diğer rahatsızlıklar
Solunum
Dolaşım
Sindirim sorunları

Nasıl uygulanıyor?
Sıcak taş terapisinde önce bedene esnetme hareketleri uygulanıyor. Sonra da masaj işlemine başlanıyor. Ardından su içinde ısıtılan bu pürüzsüz, parlak ve değişik boylardaki yassı taşlar, masaja başlanmadan önce terapist tarafından üzerine koruyucu kılıf örülmüş vücudun karın gibi belli kilit noktalarına yerleştiriliyor. Böylece taşların ısısı kasların derinliğine nüfus ediyor ve “Termoterapi” özelliğinden yararlanılmaya başlanıyor. Taşlardan emilen ısı, kan dolaşımının hızlanmasını ve dolayısıyla kasların, dokuların ve hücrelerin daha çok oksijenle beslenmesini – termoterapi- sağlıyor. Ayrıca lav taşlarının su içinde ısıtılması nedeniyle, suyun terapi özelliğinden de – Hidroterapi- yararlanılıyor. Beden, ısının etkisiyle masajdan önce yumuşuyor ve rahatlıyor. Yumuşak ve dinlendirici hareketlerle başlayan masaj, sıcak taşların dâhil edilmesiyle devam ediyor. Masajın etkisini güçlendirmek için aromatik öz yağlar da kullanılıyor. Kişinin ihtiyacına göre belirlenen öz yağlar, masajın sıcak etkisiyle bedene daha rahat ve çabuk nüfuz ediyor. En az 75 dakika boyunca bedenin ön bölümüne ve arkasına baştan ayağa rahatlatıcı, dinlendirici, dengeleyici ve arındırıcı masaj uygulanıyor. Terapinin süresi ilk görüşme hariç 1,5 saat sürüyor.

Farklı uygulamalar
* Taşların beden üstünde birbirine vurulması
Taşlar beden üzerinde birbirine vurulduğunda ultrason gibi titreşim etkisi yapıyor; kasların daha rahat çözülmesini sağlıyor.

* Taşlarla baskı uygulama
Taşların sertliğiyle derin kas masajı uygulanabiliyor. Spor masajında bu tür derin kas çalışmaları çok önemli bir işlev üstleniyor.

* Taşlarla friksiyon
Taşlarla yapılan friksiyon daha etkili sonuç sağlıyor; kasları çözüyor ve dinlendiriyor.

* Taşların bedenin belli noktalarına yerleştirilmesi
Sıcak taşlar bedenin belli noktalarına yerleştirildiğinde, ısının etkisiyle masaj yapılmadan bile kaslar gevşiyor.

* Sıcak-soğuk taş uygulaması
Bazı sıkıntılar için sıcak-soğuk taşlar birlikte kullanılarak bedenin rahatlaması sağlanıyor.



21 Mayıs 2014 Çarşamba

aşk...



Güzellik görünen değil hissedilen bir şeydir... Bu ünlü sözlerin sahibi D.H.Lawrence. Yükselişler ve inişler, farklı ve özgün kişilikler, konum, mevki deha ya da insana özgü o korkular... İçine girdiğimiz bedenler, bir nehir gibi aktığımız o sevişmeler, ayrılığın paniği içinde yaptığımız tatlı çılgınlıklar. Hayatın sundukları her ne olursa olsun, yaşananları, zamanın en umulmadık köşelerinde bir sır gibi saklayan, o kendine özgü ateşli cin ile kader akışını bir anda değiştiren tek bir şey var yaşamda; aşk. Çünkü o, en zayıf noktamızdır bizim. Bir tek onun için güçlü kalamayız, direnemeyiz. Ordularıyla insanları titreten ünlü generallerden statik kararlarıyla ülkesine yön veren devlet adamlarına, sahnede bir dev gibi büyüyen yıldızlardan kelimeleri bir resim gibi işleyen yazarlara varıncaya kadar, onun karşısında direnebilen hiç kimse olmadı. Aşk en fazla kelimelerle ifade edilir. Evet, aşkın kelimelere dökümü... Bu zor bir sanattır. Duyguları, yaşananları ifade etmek, ancak yürekten hissedenlerin yeteneğine ve dehasına mahsustur. İşte o yüzden o anda spontane yazılıp çizilenler, dehayı, parayı, ünü ve konumu geride bırakmıştır hep. Bu ister ciddi bir mucit olsun, isterse deli dolu bir yazar.