23 Mayıs 2014 Cuma

streets






Sokaklar, kentlerin yalnızca fiziksel damarları değil; aynı zamanda kolektif hafızanın, gündelik ritüellerin ve görünmeyen duyguların taşıyıcılarıdır. Her kaldırım taşı, bir ayak izinin değil, bir yaşamın yankısını taşır. Sokak, burada bir geçiş mekânı değil; bir varoluş sahnesidir. İnsan, sokakta yalnızca yürüyerek ilerlemez; aynı zamanda kendini sürükler, taşır, bırakır. Çünkü sokak, içsel olanın dışa taştığı en çıplak zemindir.

Bir sokakta yürümek, zamanla temas etmektir. Duvarlardaki çatlaklar, geçmişin suskunluğudur; pencere kenarındaki saksılar, umutla beklenen bir dönüşün simgesi. Sokaklar, kentlerin en dürüst anlatıcılarıdır; çünkü süslenmezler, yalnızca yaşanırlar. Onlar, mimarinin değil, insanın izini taşır. Ve bu iz, çoğu zaman görünmezdir—bir bakışta değil, bir duraksamada fark edilir. Sokak, burada bir güzergâh değil; bir anlatıdır.

Sokakların dili sessizdir ama çok seslidir. Çocukların çığlığı, satıcıların sesi, rüzgârın uğultusu… Bunlar, bir kent senfonisinin parçalarıdır. Ama sokak, en çok sessizlikte konuşur. Gece yarısı boş bir sokakta yürümek, insanın kendi iç sesini duymasıdır. Çünkü sokak, yalnızca dış dünyaya değil, iç dünyaya da açılır. Her köşe, bir düşüncenin kıvrımıdır; her dönemeç, bir kararın eşiğidir. Ve insan, sokakta yürürken yalnızca bir yerden bir yere gitmez—bir hâlden bir hâle geçer.

Ve nihayet, sokak sona ermez; yalnızca başka bir sokağa bağlanır. Bu bağlanma, bir bitiş değil; bir devamlılıktır. Sokaklar, kentlerin değil, zamanın haritasıdır. Onlar, insanın geçip gittiği değil, içinde kaldığı yerlerdir. Çünkü sokak, bir mekân değil; bir hâl, bir hafıza, bir tanıklıktır. Ve biz, sokaklarda yürürken, aslında kendi hikâyemizin izini süreriz—sessizce, farkında olmadan, ama derinlemesine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder