26 Ekim 2018 Cuma

Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim


Hayatta ben en çok babamı sevdim
Kara çalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çırpı bacaklarıyla ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldimide gidici hep, hep acele işi
Çağın en güzel maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldumu
Kırkı geçerse ateş çağırırlar istanbul’a
Bir helalleşmek ister elbet diğmi oğluyla
Tifoyken başardım bu aşk oyununu
Ohh dedim göğsüne gömdüm burnumu
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin
Daha b aşka tür aşklar geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim

Can Yücel

25 Ekim 2018 Perşembe

SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?


Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?


Cemal Süreya 

21 Ekim 2018 Pazar

hayata tutunmak....

görkemli ağaçlara dayanmayı, perdelerin rüzgarda sallanışını izlemeyi, fincanın miniak kulbundan hayata tutunmayı......

14 Ekim 2018 Pazar

şebnem işigüzel - öykümü kim anlatacak


Kitabın Adı               : Öykümü Kim Anlatacak
Yazarı                        : Şebnem İşigüzel
Yayınevi                    : Everest
Kapak Tasarım        : Mithat Çınar
Sayfa Sayısı               : 114
Okuduğum Tarih     : 17.05.2008 Cumartesi
Kitabın Beğendiğim Bölümlerinden Alıntı:
İÇİNDEKİLER
DEVİNİMLER
ÖYKÜMÜ KİM ANLATACAK
DÜŞ GÖREN
KLİŞE HAYATLARDAN
GERİ KALAN YAŞAMIMIN TÜM PERŞEMBELERİ
IŞIK HIZINDAKİ SPERMLER
KÖPRÜLERİ YAKTIM AMA KANATLARIM VAR
TERS AKAN DENİZ

DEVİNİMLER
Bir adama âşık oldum, bütün hayatım altüst oldu.
Kendime çiçek, taze meyve ve bir sürü renkli dergi alıyorum. Yolumun üzerindeki alışveriş merkezine girip vitrinlere bakıyorum. Rahatlıyorum. Çalışmamak güzel bir duygu. Bütün gün gezip dolaşıyorum. Bol bol uyuyup okuyorum. Salı ve Cuma günleri kütüphane günüm. Perşembeleri uzun yürüyüşler ve ziyaretler yapıyorum.
İnanmak, gerçektir. Hayatta inanılan her şey gerçek olur.
İnsan neyi düşünür ve bir parçası olsun isterse, onun sesini hep duyar, ruhu onun olmuştur.

ÖYKÜMÜ KİM ANLATACAK
‘Bilmediğin bir yolda giderken kaybolduğunu düşünürsen, haritalar ve pusulalarla vakit kaybetmeden geldiğin yoldan geriye dön. Bildiğin bir yere, bildiğin yollardan gidiyor olmak seni huzurlu kılacaktır. Yaşamında yolunu kaybettiğinde de aynı şeyi yap ve olabildiğince geriye dön; sözgelimi çocukluğuna, aramıza…’ (Abidin İşigüzel)
Bense katıla katıla gülmek istiyorum. Tıpkı mutsuz insanların yaptığı gibi. Çünkü biliyorum ki mutlu insanlar gülümser, mutsuz insanlar kahkahalar atar. Kahkaha anlamsızdır. Komik şeyler, bazen ağlanacak durumlar karşısında kahkaha atılır. Oysa mutlu insanlar içlerindeki huzurla hep gülümserler.

DÜŞ GÖREN
Uyumak istiyorum. Uyumak unutmaktır.
Hayatın anlamı yoktur, diyor. “Hayatı kendimizi bulmak için yaşamamız gerekir. Kendimiz ise hiçbir zaman hayatın anlamı değilizdir.’
Hiç huzurlu bir insan yüzü gördünüz mü? Uykuya dalmak üzere olan ya da uyuyan bir insan yüzü? Kendisini uzun zamandır gitmek istediği yere götürecek olan bir trene, bir vapura ya da bir otobüse binmiş de başını hafifçe geriye doğru yaslamış bir insan yüzü. Herkesin kendisine yabancı olduğu şehrin kalabalık meydanında kaygıyla beklerken omzuna dokunan bir elle bekleyişi sona eren bir insan yüzü.
Olağanüstü dediğimizi de nedir ki? Hayatta her şey, bizim dışımızdaki insanlar tarafından olsa da yaşanmıştır ve hayata dair olmuştur. Binde bir olan diye nitelendirilen hiçbir şey aykırı ya da uçlarda değildir. Bütün hayatlar şöyle ya da böyle birbirine benzer. Âşık olduğumuzda, özlediğimizde, hüzünlendiğimizde, sinirlendiğimizde, bir karar aldığımızda, güvendiğimizde, ölmek istediğimizde, korktuğumuzda hepimiz aynı şeyleri hissederiz. Size bunları anlatmam canınızı mı sıkıyor?
Öldüğümüzde Tanrı bize soracakmış: ‘Hayatın nasıl geçti?’ diye. Benim yanıtım, ‘Beklemekle,’ olabilir. Bugünlerde yaptığım şey ise, beklemenin dışında, hayatımı gerekli ve gereksiz kılan şeyleri birbirinden ayırmak.
Sanırım yıllardır başkaların hayatlarına süzülmekten, beklemekten, acı çeken insanlar görmekten, bir tutkunun esiri olmaktan sıkıldım.
Bir şeye tutulmak kötüdür.

IŞIK HIZINDAKİ SPERMLER
15 Nisan 1993
Koltuğumun altında taşıdığım kutu; bir çocuğun oyuncak kutusundan farksız. İçinde deniz kabukları, çakıltaşları, bozuk bir saat, boş bir şarap ve parfüm şişesi, kâğıt parçaları, sinema biletleri, siyah beyaz film negatifleri, ucuna bez bir bebeğin bağlı olduğu anahtarlık, üzerinde rengârenk boyanmış fillerin bulunduğu, kırılan parçası özensizce yapıştırılmış kalemlik, lacivert kadife bir kutu, güneşe tutup baktığınızda tuhaf şekiller gördüğünüz büyülü cam parçası, bir düdük, not kâğıtları, otobüs pasosu, kırık bir resimlik, ikimizin bir fotoğrafı…
Şimdi biz ayrıldık, öyle değil mi? Yani bir daha hayatımız boyunca tekrar bir arada olamayacağız. Ben yeniden yalnızlığıma dönüyorum. Üstelik yeni birisini bekleyeceğim. Beklemek yetmiyormuş gibi, bulunca da onda seni arayacağım. Sen beni terk ettin. Öyleyse ikimizin bu fotoğrafında yan yana işimiz ne? Fotoğrafı ortadan ikiyi ayırıyorum. Senin bulunduğun parçayı oturduğum bankın on metre kadar ilerisindeki çöp bidonuna atıyorum. Avucum yanıyor.

16 Nisan 1993
Bugünle ilgili bir şeyler yazmaya başladığımda günlüğümün öbür sayfalarını da okudum. Günlüğümde çok garip bir dil kullandığımı, belki de bir günlükte söz edilemeyecek türde şeyleri anlattığımı fark ettim. Hatta bazen günlüğümü benden başka birisi okuyormuş ya da başkaları tarafından ele geçirilip okunacakmış gibi bir korkuya kapılıp neredeyse şifreli bir dil kullandığımı düşündüm. Kendime karşı dürüst davranmadığıma inandım. ‘Ben niçin günlük tutuyorum?’ diye sordum. Bu soruma yanıt vermeden önce on sekiz yaşımdan bu yana tuttuğum bütün günlüklerimi ortaya çıkarıp karıştırdım…

17 Nisan 1993
Bugün yoğun bir gün olduğundan hayatın verdiği acıları görmezden gelebildim.

22 Nisan 1993
Tanrım, bana güç ver. Artık onu düşünmek istemiyorum. Bu aşkı, yaşadığım her şeyi unutmak istiyorum. Tanrım, bana güç ver…

26 Nisan 1993
Özlemek ne kötü bir duyguydu. Çünkü biliyordum ki bir daha gelmeyecekti. Günlüğüm… Sevgili günlüğüm, küçük bir kızken böyle başlayan cümleler kurardım. Günlüğüm… Sevgili günlüğüm beni hayata bağlayacak bir şey olmalı. Baktıkça, dokundukça, adını andıkça mutlu olacağım, herkesten çok seveceğim, ona hayatımı adayacağım… Bugün çok yağmur yağdı. Yediğim çikolatalar şiddetli bir alerjiye yol açtı.

27 Nisan 1993
Otobüslerin pencerelerinden uykulu, rahat insanlar bakıyordu. Bomboş caddede koşmaya başladım. Hayatım boyunca pek mutlu olmadığımı düşündüm. Sevdiğim insanları kaybettiğimi, hayallerimin hiç gerçekleşmediğini, bana hiç kimsenin âşık olmadığın, ağlarken kimsenin bana sarılıp saçlarımdan öpmediğini, eve gelir gelmez televizyonun başına oturan, cama yansıyan bu görüntüsüyle karşılaştığında ağlayacakmış gibi olan zavallı beni, kâbuslar görerek uyandığım ve yalnız uyandığım ve çok korktuğum, yeniden uyumaya korktuğum geceleri, unutulan doğum günlerimi, beklenen ve bir türlü gelmeyen sevgililerimi, aldanışlarımı, terk edilişlerimi… Bana tüm hüznümü, mutsuzluğumu, yalnızlığımı kim unutturabilir? Kim bana en yakın, benim parçam olabilir? Kim benim parçam olabilir? Kim benim parçam olabilir? Çocuğum…

28 Nisan 1993
Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı.
Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı.
Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı.

19 Ekim 1993
Yüzyıllar önce bir düşünürün söylediği gibi: “Başlayan her şey biter.” Evet, başlayan her şey biter, sevgili günlük. Acılar, hüzünler, yalnızlıklar, bekleyişler, mutluluklar, sevinçler ve birliktelikler. Tıpkı bir insanla vedalaşır gibi sevgili günlüğüm…

ARKA KAPAK:
Kükreyen bir gök gürlemesi, kırık ışığı çok uzaklara bile yayılan bir şimşek, ardından yağmaya başlayan sıkı bir yağmur. İnsanı iliklerine kadar ıslatan kuvvetli bir sağanak gibi geliyor Hanene Ay Doğacak’ın yazarı, ‘Ben o zamanlar garip hayaller kurabilen bir yazarmışım,’ diye hatırladığı bu ikinci kitabı Öykümü Kim Anlatacak’la. Tam da Milan Kundera’nın dediği gibi: ‘Genç ve dünyadan bihaber.” Bu yüzden 21 yaşında yazdığı bu kitabında uçmaya meyilli yeteneği bir kez daha pırıl pırıl ortaya çıkıyor.
Öykümü Kim Anlatacak’taki öykülerin belkemiği tutku. Tutku ve takıntı yani. Geçmişinde bir şeylere takılmış, bu yüzden bugün dümdüz yürüyemeyen kahramanları var. İsim koyulmadan, yer bildirmeden anlatılan, güzel, tutkulu aşk hikâyeleri kitabın kalbine gizlenmiş. Bir sürü tuhaf olayla üstü örtülen, gizli gizli kıkırdayan bir neşe.
Efsaneler, masallar, geçmiş hayatlar, hep geri dönüşler, beklenmedik sonlar, zaman zaman bütün trajediyi kıran komik bir cümle. Olmadık yerlerden pırtlayan mizah. Ve okuru kapanına düşüren başucu cümleleri. Yazarın hisleriyle döktürdüğü, okuru elinden tutup başka bir dünyanın orta yerine savuracak öyküler bunlar.
Basit hayatlarla basit insanları güzel güzel anlatırken, kalemi tutan eli onu sürekli kötücül dehlizlere çeken bir yazar Şebnem İşigüzel. Yazarlığının asıl etkileyici gücü de buradan geliyor belki, her insanın kendine fark ettiğinde, usulca titrediği karanlık bir yola işaret etmesinden. Kışkırttığında da ağlattığında da kendi sisli karanlığına çağırıyor çünkü okuru.
Gülüşüne aldanmayın; çubuğunda karga değil, bir gergef iğnesi taşıyan, zarif bir Hitchcock aslında o…