28 Mart 2013 Perşembe

Mutlu Aşk Vardır, Sürekli Aşk Yoktur...



Bir takım şeyleri değiştirme, yepyeni bir dünya yaratma, ona başka boyuttan bakma özlemi içinde de olmalısınız. Hayal kuruyorsunuz, çok üzülüyorsunuz ya da “Bu dünyayı değiştirip bambaşka bir dünya yaratacağım” şeklinde güç hissediyorsunuz. Ruhi bir boşluk olduğu zaman, bir arayış olduğu zaman, bir şeyleri değiştirme isteği duyduğunuzda âşık olma ihtimali daha yükseliyor. Âşık olunca olumsuzlukların değişeceğini düşünmeye başlıyorsunuz. Olaylara çok statik bakan ya da kuralcı olan insanların âşık olma ihtimalleri düşük. Ben başarılıyım, kariyerim var ve bu çerçeve içinde hayatımı devam ettireceğim dediğiniz zaman, değil aşk, başka bir insana bile vakit ayıramıyorsunuz. Ama aşk sizi öyle bir alıp götürüyor ki, işte o zaman insanın ne evliliği, ne kariyeri, hiçbir şey eskisi kadar önemli olmamaya başlıyor. Bunlardan ödün verecek durumda olduğunuz zaman aşkı daha kolay yakalayabiliyorsunuz. İki insanın birlikteliğinin çok rutin hale gelmemesi lazım. Yeniliklere açık olmak lazım. Bir de kadının gizemli olması, aşkın daha uzun sürmesini sağlıyor bazen... Her şey çok açık olduğu zaman, belki onun karizmatik özelliği de azalmaya başlıyor. Her şeyiniz açık olduğunda, karşınızdaki insanın ne zaman hangi tepkiyi vereceğini bildiğiniz zaman onun için mücadele etme gereğini duymazsınız... Çünkü sizi şaşırtmayacaktır. Hem şaşırmayacak hem de kaybetme duygusunu yaşayamayacaksınız. Ama gider mi, gitmez mi, böyle yaparsam sever mi gibi bir takım soru işaretleri olduğu zaman onunla olan fikri birlikteliğiniz de sürüp gidiyor. Bu gizem, kaybetme duygusu, onu yeni baştan elde etmek için ne yapmam gerekir çabası sizin ilişkinizi de sürekli kılıyor. İster aşk olsun, ister insan ilişkileri olsun, insanın her şeyden önce kendine saygısı olması ve kendini sevmesi gerekiyor. İnsanın özgüveni mutlaka olmalı. Toplumun kuralları, örf ve adetleri, bir takım sosyal ilişkiler, sizin beraberliğinize yansımaya başlıyor, bunları kendi dünyanızın içine yediremediğiniz sürece, acaba öyle mi, böyle mi diye sorguladığınız zaman başlıyor mutsuz aşklar... Ya da bir tarafın sürekli baskın olması, diğer tarafın sürekli ödün vermesi durumunda ortaya çıkıyor. Kendinizden ya da karşınızdakinden emin olmadığınız zaman kıskançlık başlıyor. Broyn “Aşk erkeğin yaşamının yalnızca bir parçası, kadının yaşamınınsa tümüdür” diyor. İnsanın kendisine saygı duyması ve kendi kendine yeter olması gerekir. Toplumun baskısından kurtulmak için evlenmek ne kadar aptalca bir şeyse, işte ben âşık olayım da havalarda uçayım, lay lay lom yaşayayım demek o kadar aptalca bir şey... Karşılıklı birbirini tamamlama... Tek bir kişinin egemen olduğu bir aşk değil, karşılıklı düzeyli, dengeli, duygusal alışverişin olduğu bir aşk... Toplumsal olaylardan çok fazla etkilenen aşklar, mutsuz aşklardır gibi geliyor bana... Aşk toplumun bütün değer yargılarına karşı çıkıyor. Düzene karşı çıkıyor ve kendi düzenini, kendi yargılarını, kendi kurallarını kendi koyuyor. Yeni bir dünya yaratıyor... Var olan düzeni reddediyorsunuz. Aşk kendi düzenini yaşıyor. Bir anarşizm kendi içimizde de var, anarşizm uç bir kelime gibi geliyorsa, başkaldırı deyin... Âşık olduğunuzda kendi içinizde bir devrim yaratmış oluyorsunuz. Kadınların bir takım şeyleri oturtması, biraz daha fazla mücadele gerektiriyor. Bir cinsel obje olarak görülmek istemediğimizi ifade edebilmek için erkeklerden daha fazla çalışmak zorunda kaldık. O açıdan şimdi de geldiğimiz noktayı daha kuvvetli savunmak durumundayız. Dolayısıyla duygularımızı onlar kadar çabuk açmıyoruz. Belki o açıdan daha yoğun şekilde yaşıyoruz. Dışarıdaki dünya sizin dikkat alanınızın dışında kalmaya başlıyor. Âşık olduğunuz zaman kendi dünyanız küçülüyor bana göre, yani iki kişilik bir dünya yaratıyorsunuz. 

26 Mart 2013 Salı

I Love Walking In The Rain Because Nobody Can See Me Crying!



- Yağmur yağıyor Olric…
- Islanıyor etraf…
- Ağlasak kimse anlamaz değil mi?
- Anlamaz efendimiz…
- Tut ki güneş açtı…
- Papatyalardan taç yapar mı saçlarımıza?
- Bilinmez efendimiz…
- Yıldız kaydığında diler mi bizimle olmayı?
- Sanmam efendimiz…
- Ben de sanmam…
- Gidelim Olric...
- Gidelim efendimiz..."

(Oğuz Atay - Tutunamayanlar)
 yağmur arındırır evet ama dahası bir mucizedir…
 Yağmur, rüzgar, yıldız ne varsa dolardı geceleri odama.
Yağmurun yaşanan bütün olumsuzlukları temizleyeceğini düşünmüşümdür hep. Diğer taraftan da özlemlerim gelir aklıma hüzünlenirim.

I Love Walking In The Rain Because Nobody Can See Me Crying! 



Elimde bir bardak çay, fonda Dalida-Ciao, ciao Bambina, aklımda Katherine Mansfield’ın son sözleri…


Kadınlar için çekilmiş katı sınırların ötesine geçip orada yaşamaya cesaret eden bu çok özel kadının ölümü bile karakterini, yaşama tutkusunu, azmini anlatmaya yetiyor. 1923 yılı ocak ayında henüz gencecikken, Fransa"da iyileşmeye çalıştığı bir kurumda kendisini görmeye gelen kocasını karşılamak için hazırlanıp ona ne kadar iyi olduğunu göstermek için merdivenlerden yukarı koşar… Ama birden ağzından kan boşanır ölürken son sözleri şu olur: 

"Yağmuru seviyorum. Onu yüzümde hissetmek istiyorum."