Bir zaman
sonra canın sıkılır kalkarsın yataktan bu noktada yapılması gerek karakteristik
hareket camdan dışarıya bakmak ve şehrin bir yerlerinde de birilerinin camdan
dışarı bakıyor olmasını ummaktır. Uykusuzluk çeken insanların ölümden
korktukları için uyuyamadıkları düşünülüyor. Uyumanın zaman kaybı olduğunu
düşünenler de var. Uykusuzluk bir sorun olarak görülmezse ömür boyu yorgun ve
kafası karışık olarak yaşanır.  
 Uyuyamamak, yalnızca gözlerin kapanmaması değil; zihnin kendini terk edememesidir. Gece, bedenin dinlenmeye çağrıldığı bir zaman dilimidir; fakat zihin, bu çağrıya direnir. Düşünceler, karanlıkta daha gürültülü konuşur; susması gereken saatlerde bağırır. Uyuyamamak, bir uyanıklık hâli değil; bir içsel taşkınlıktır. İnsan, kendi içinde biriken kelimelerle boğuşur; çünkü bazı geceler, sessizlik bile fazladır.
Zaman, gece boyunca uzar; dakikalar, saatlere dönüşür; saatler, bir ömür gibi ağırlaşır. Uyuyamayan zihin, geçmişin tortularını yeniden karıştırır, geleceğin belirsizliğini didikler. Her düşünce, bir başka düşünceyi doğurur; ve bu doğumlar, uykunun eşiğinde bir sancıya dönüşür. Uyuyamamak, bir eksiklik değil; bir fazlalıktır. Fazla düşünen, fazla hisseden, fazla hatırlayan bir zihnin taşmasıdır.
Uyku, teslimiyet ister; ama uyuyamayan, teslim olamaz. Çünkü zihni hâlâ direnmektedir; hâlâ hesaplaşmaktadır. Uyuyamamak, bir iç savaşın sessiz cepheleridir. Yastık, bir sığınak değil; bir sorgu odası olur. Gözler kapalıdır ama zihin açıktır; beden yatmaktadır ama ruh ayaktadır. Ve bu ayakta kalış, bir direniş değil; bir çaresizliktir. İnsan, kendiyle baş başa kalmanın en çıplak hâlini yaşar.
Ve nihayet, uyuyamamak bir varoluş biçimine dönüşür. Gece, artık bir dinlenme değil; bir düşünme alanıdır. Uyuyamayan, yalnız değildir; çünkü onunla birlikte geçmiş, gelecek ve tüm ihtimaller uyanıktır. Bu uyanıklık, bir lanet değil; bir farkındalıktır. Uyuyamayan, dünyayı değil; kendini izler. Ve belki de en derin uyanışlar, uykunun reddedildiği saatlerde gerçekleşir.
Zaman, gece boyunca uzar; dakikalar, saatlere dönüşür; saatler, bir ömür gibi ağırlaşır. Uyuyamayan zihin, geçmişin tortularını yeniden karıştırır, geleceğin belirsizliğini didikler. Her düşünce, bir başka düşünceyi doğurur; ve bu doğumlar, uykunun eşiğinde bir sancıya dönüşür. Uyuyamamak, bir eksiklik değil; bir fazlalıktır. Fazla düşünen, fazla hisseden, fazla hatırlayan bir zihnin taşmasıdır.
Uyku, teslimiyet ister; ama uyuyamayan, teslim olamaz. Çünkü zihni hâlâ direnmektedir; hâlâ hesaplaşmaktadır. Uyuyamamak, bir iç savaşın sessiz cepheleridir. Yastık, bir sığınak değil; bir sorgu odası olur. Gözler kapalıdır ama zihin açıktır; beden yatmaktadır ama ruh ayaktadır. Ve bu ayakta kalış, bir direniş değil; bir çaresizliktir. İnsan, kendiyle baş başa kalmanın en çıplak hâlini yaşar.
Ve nihayet, uyuyamamak bir varoluş biçimine dönüşür. Gece, artık bir dinlenme değil; bir düşünme alanıdır. Uyuyamayan, yalnız değildir; çünkü onunla birlikte geçmiş, gelecek ve tüm ihtimaller uyanıktır. Bu uyanıklık, bir lanet değil; bir farkındalıktır. Uyuyamayan, dünyayı değil; kendini izler. Ve belki de en derin uyanışlar, uykunun reddedildiği saatlerde gerçekleşir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder