Kitabın Adı : Öykümü Kim Anlatacak
Yazarı : Şebnem İşigüzel
Yayınevi : Everest
Kapak Tasarım : Mithat Çınar
Sayfa Sayısı : 114
Okuduğum Tarih : 17.05.2008 Cumartesi
Kitabın Beğendiğim Bölümlerinden
Alıntı:
İÇİNDEKİLER
DEVİNİMLER
ÖYKÜMÜ
KİM ANLATACAK
DÜŞ
GÖREN
KLİŞE
HAYATLARDAN
GERİ
KALAN YAŞAMIMIN TÜM PERŞEMBELERİ
IŞIK
HIZINDAKİ SPERMLER
KÖPRÜLERİ
YAKTIM AMA KANATLARIM VAR
TERS
AKAN DENİZ
DEVİNİMLER
Bir adama âşık
oldum, bütün hayatım altüst oldu.
Kendime çiçek,
taze meyve ve bir sürü renkli dergi alıyorum. Yolumun üzerindeki alışveriş
merkezine girip vitrinlere bakıyorum. Rahatlıyorum. Çalışmamak güzel bir duygu.
Bütün gün gezip dolaşıyorum. Bol bol uyuyup okuyorum. Salı ve Cuma günleri
kütüphane günüm. Perşembeleri uzun yürüyüşler ve ziyaretler yapıyorum.
İnanmak,
gerçektir. Hayatta inanılan her şey gerçek olur.
İnsan neyi düşünür
ve bir parçası olsun isterse, onun sesini hep duyar, ruhu onun olmuştur.
ÖYKÜMÜ KİM
ANLATACAK
‘Bilmediğin bir
yolda giderken kaybolduğunu düşünürsen, haritalar ve pusulalarla vakit
kaybetmeden geldiğin yoldan geriye dön. Bildiğin bir yere, bildiğin yollardan
gidiyor olmak seni huzurlu kılacaktır. Yaşamında yolunu kaybettiğinde de aynı
şeyi yap ve olabildiğince geriye dön; sözgelimi çocukluğuna, aramıza…’ (Abidin
İşigüzel)
Bense katıla
katıla gülmek istiyorum. Tıpkı mutsuz insanların yaptığı gibi. Çünkü biliyorum
ki mutlu insanlar gülümser, mutsuz insanlar kahkahalar atar. Kahkaha
anlamsızdır. Komik şeyler, bazen ağlanacak durumlar karşısında kahkaha atılır.
Oysa mutlu insanlar içlerindeki huzurla hep gülümserler.
DÜŞ GÖREN
Uyumak istiyorum.
Uyumak unutmaktır.
Hayatın anlamı
yoktur, diyor. “Hayatı kendimizi bulmak için yaşamamız gerekir. Kendimiz ise
hiçbir zaman hayatın anlamı değilizdir.’
Hiç huzurlu bir
insan yüzü gördünüz mü? Uykuya dalmak üzere olan ya da uyuyan bir insan yüzü?
Kendisini uzun zamandır gitmek istediği yere götürecek olan bir trene, bir
vapura ya da bir otobüse binmiş de başını hafifçe geriye doğru yaslamış bir
insan yüzü. Herkesin kendisine yabancı olduğu şehrin kalabalık meydanında
kaygıyla beklerken omzuna dokunan bir elle bekleyişi sona eren bir insan yüzü.
Olağanüstü
dediğimizi de nedir ki? Hayatta her şey, bizim dışımızdaki insanlar tarafından
olsa da yaşanmıştır ve hayata dair olmuştur. Binde bir olan diye nitelendirilen
hiçbir şey aykırı ya da uçlarda değildir. Bütün hayatlar şöyle ya da böyle
birbirine benzer. Âşık olduğumuzda, özlediğimizde, hüzünlendiğimizde,
sinirlendiğimizde, bir karar aldığımızda, güvendiğimizde, ölmek istediğimizde,
korktuğumuzda hepimiz aynı şeyleri hissederiz. Size bunları anlatmam canınızı
mı sıkıyor?
Öldüğümüzde Tanrı
bize soracakmış: ‘Hayatın nasıl geçti?’ diye. Benim yanıtım, ‘Beklemekle,’
olabilir. Bugünlerde yaptığım şey ise, beklemenin dışında, hayatımı gerekli ve
gereksiz kılan şeyleri birbirinden ayırmak.
Sanırım yıllardır
başkaların hayatlarına süzülmekten, beklemekten, acı çeken insanlar görmekten,
bir tutkunun esiri olmaktan sıkıldım.
Bir şeye tutulmak
kötüdür.
IŞIK HIZINDAKİ
SPERMLER
15 Nisan 1993
Koltuğumun altında
taşıdığım kutu; bir çocuğun oyuncak kutusundan farksız. İçinde deniz kabukları,
çakıltaşları, bozuk bir saat, boş bir şarap ve parfüm şişesi, kâğıt parçaları,
sinema biletleri, siyah beyaz film negatifleri, ucuna bez bir bebeğin bağlı
olduğu anahtarlık, üzerinde rengârenk boyanmış fillerin bulunduğu, kırılan
parçası özensizce yapıştırılmış kalemlik, lacivert kadife bir kutu, güneşe
tutup baktığınızda tuhaf şekiller gördüğünüz büyülü cam parçası, bir düdük, not
kâğıtları, otobüs pasosu, kırık bir resimlik, ikimizin bir fotoğrafı…
Şimdi biz
ayrıldık, öyle değil mi? Yani bir daha hayatımız boyunca tekrar bir arada
olamayacağız. Ben yeniden yalnızlığıma dönüyorum. Üstelik yeni birisini
bekleyeceğim. Beklemek yetmiyormuş gibi, bulunca da onda seni arayacağım. Sen
beni terk ettin. Öyleyse ikimizin bu fotoğrafında yan yana işimiz ne? Fotoğrafı
ortadan ikiyi ayırıyorum. Senin bulunduğun parçayı oturduğum bankın on metre
kadar ilerisindeki çöp bidonuna atıyorum. Avucum yanıyor.
16 Nisan 1993
Bugünle ilgili bir
şeyler yazmaya başladığımda günlüğümün öbür sayfalarını da okudum. Günlüğümde
çok garip bir dil kullandığımı, belki de bir günlükte söz edilemeyecek türde
şeyleri anlattığımı fark ettim. Hatta bazen günlüğümü benden başka birisi
okuyormuş ya da başkaları tarafından ele geçirilip okunacakmış gibi bir korkuya
kapılıp neredeyse şifreli bir dil kullandığımı düşündüm. Kendime karşı dürüst
davranmadığıma inandım. ‘Ben niçin günlük tutuyorum?’ diye sordum. Bu soruma
yanıt vermeden önce on sekiz yaşımdan bu yana tuttuğum bütün günlüklerimi
ortaya çıkarıp karıştırdım…
17 Nisan 1993
Bugün yoğun bir
gün olduğundan hayatın verdiği acıları görmezden gelebildim.
22 Nisan 1993
Tanrım, bana güç
ver. Artık onu düşünmek istemiyorum. Bu aşkı, yaşadığım her şeyi unutmak
istiyorum. Tanrım, bana güç ver…
26 Nisan 1993
Özlemek ne kötü
bir duyguydu. Çünkü biliyordum ki bir daha gelmeyecekti. Günlüğüm… Sevgili
günlüğüm, küçük bir kızken böyle başlayan cümleler kurardım. Günlüğüm… Sevgili
günlüğüm beni hayata bağlayacak bir şey olmalı. Baktıkça, dokundukça, adını
andıkça mutlu olacağım, herkesten çok seveceğim, ona hayatımı adayacağım… Bugün
çok yağmur yağdı. Yediğim çikolatalar şiddetli bir alerjiye yol açtı.
27 Nisan 1993
Otobüslerin
pencerelerinden uykulu, rahat insanlar bakıyordu. Bomboş caddede koşmaya
başladım. Hayatım boyunca pek mutlu olmadığımı düşündüm. Sevdiğim insanları kaybettiğimi,
hayallerimin hiç gerçekleşmediğini, bana hiç kimsenin âşık olmadığın, ağlarken
kimsenin bana sarılıp saçlarımdan öpmediğini, eve gelir gelmez televizyonun
başına oturan, cama yansıyan bu görüntüsüyle karşılaştığında ağlayacakmış gibi
olan zavallı beni, kâbuslar görerek uyandığım ve yalnız uyandığım ve çok
korktuğum, yeniden uyumaya korktuğum geceleri, unutulan doğum günlerimi,
beklenen ve bir türlü gelmeyen sevgililerimi, aldanışlarımı, terk edilişlerimi…
Bana tüm hüznümü, mutsuzluğumu, yalnızlığımı kim unutturabilir? Kim bana en
yakın, benim parçam olabilir? Kim benim parçam olabilir? Kim benim parçam
olabilir? Çocuğum…
28 Nisan 1993
Bir çocuğum
olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum
olmalı.
Bir çocuğum
olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum
olmalı.
Bir çocuğum
olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum olmalı. Bir çocuğum
olmalı.
19 Ekim 1993
Yüzyıllar önce bir
düşünürün söylediği gibi: “Başlayan her şey biter.” Evet, başlayan her şey
biter, sevgili günlük. Acılar, hüzünler, yalnızlıklar, bekleyişler,
mutluluklar, sevinçler ve birliktelikler. Tıpkı bir insanla vedalaşır gibi
sevgili günlüğüm…
ARKA KAPAK:
Kükreyen
bir gök gürlemesi, kırık ışığı çok uzaklara bile yayılan bir şimşek, ardından
yağmaya başlayan sıkı bir yağmur. İnsanı iliklerine kadar ıslatan kuvvetli bir
sağanak gibi geliyor Hanene Ay Doğacak’ın yazarı, ‘Ben o zamanlar garip
hayaller kurabilen bir yazarmışım,’ diye hatırladığı bu ikinci kitabı Öykümü
Kim Anlatacak’la. Tam da Milan Kundera’nın dediği gibi: ‘Genç ve dünyadan
bihaber.” Bu yüzden 21 yaşında yazdığı bu kitabında uçmaya meyilli yeteneği bir
kez daha pırıl pırıl ortaya çıkıyor.
Öykümü
Kim Anlatacak’taki öykülerin belkemiği tutku. Tutku ve takıntı yani. Geçmişinde
bir şeylere takılmış, bu yüzden bugün dümdüz yürüyemeyen kahramanları var. İsim
koyulmadan, yer bildirmeden anlatılan, güzel, tutkulu aşk hikâyeleri kitabın
kalbine gizlenmiş. Bir sürü tuhaf olayla üstü örtülen, gizli gizli kıkırdayan
bir neşe.
Efsaneler,
masallar, geçmiş hayatlar, hep geri dönüşler, beklenmedik sonlar, zaman zaman
bütün trajediyi kıran komik bir cümle. Olmadık yerlerden pırtlayan mizah. Ve
okuru kapanına düşüren başucu cümleleri. Yazarın hisleriyle döktürdüğü, okuru
elinden tutup başka bir dünyanın orta yerine savuracak öyküler bunlar.
Basit
hayatlarla basit insanları güzel güzel anlatırken, kalemi tutan eli onu sürekli
kötücül dehlizlere çeken bir yazar Şebnem İşigüzel. Yazarlığının asıl
etkileyici gücü de buradan geliyor belki, her insanın kendine fark ettiğinde,
usulca titrediği karanlık bir yola işaret etmesinden. Kışkırttığında da
ağlattığında da kendi sisli karanlığına çağırıyor çünkü okuru.
Gülüşüne
aldanmayın; çubuğunda karga değil, bir gergef iğnesi taşıyan, zarif bir
Hitchcock aslında o…