27 Temmuz 2012 Cuma

Birinin Kadını Olmak İstiyor Canım

 

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak konuşulmamak bakılmamak hatta!
Biraz korunmak biraz şımarmak…
Birkaç çeşit yemek yapmak İstiklal Caddesi’nde sıkı sıkı elini tutmak belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek bi yerlerde, çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek, uzun uzun sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!

Neden mi?
Herkesin eli tutulmaz…
Herkesle film seyredilmez…
Herkesle çekirdek çitlenmez…
Herkesin kadını olunmaz da o yüzden!

 
İçinden gelmeli…
Hücrelerine kadar hissetmeli, DNA’larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa kafa da hiç karışmaz ya olsun!
Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar…
Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!

 
Sabahları uyandığımda “günaydın sevgilim” mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!
Çalışırken düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara… Gülümsediğim için daha çok çalışmak…

 
Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni hiç sevilmediğim gibi… Biri o kadar çok sevsin ki beni hatalarımı da sevsin istiyorum! O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun! Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum “neredesin” diye “Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama korkmasın. O sorsun!

“Biliyor musun ne oldu?” ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur.
Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya dinlesin işte. “Ya evet çok mühim bir şeyler olmuş” falan desin bi de sonunda…


Şimdi ben istesem İstiklal Caddesi’nde birinin elini tutup gezemem mi? İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?
Şimdi ben yalnız olmak istemesem yalnız olur ve bunları da yazıyor olur muydum?
Hiç sanmam!
 
Birinin elini tutmakla birinin elini sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.
 
Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal Caddesi’ne gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!
Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak biraz şımarmak…
Çekirdek mutlaka olsun!

 Yasemin PULAT

20 Temmuz 2012 Cuma

Renkler, Umut, Huzur, Aşk







Öğrendim ki renk körüymüş aşk!!!  Ne düşleri pembe, ne umutları mavi, ne de huzuru yeşil!!! Arzuları da kırmızı değilmiş ki!!! Beyazla başlayıp siyahla bitermiş aşk... Bu yüzdenmiş ANILARDAKİ fotoğrafların, ÇABUCAK solması...

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Ben Hep Beni Sevmeyen Adamları Sevdim


Hep benden bir adım önde olan, benden uzakta duran, gülüne diken kaldığım, gölgelerinde durduğum ama yüreklerine sokulamadığım adamlar…
Benim olmayacaklarını bile bile yüreğimde onlara birer yer açtığım, sözlerinden ve bakışlarından bir sürü anlamlar çıkardığım…
Sevmeye korktuğum ama duygularıma engel olamadan delice tutulduğum…
Onlara tutulmanın ne kadar saçma olduğunu bile bile bir rüzgâr ile birlikte onlara doğru savrulduğum… Bir dal gibi tutunmaya çalıştığım… Düşmemek için dört elle sarıldığım…
Sularında boğulduğum, yollarında kaybolduğum adamlar…
Bir türlü ulaşmayı beceremediğim, ellerini tutamadığım, gözlerine bakamadığım, kendi içimde onlar için kendimle boğuştuğum…
Sustuğum, sustukça sessizliğe dolandığım, acılara bulaştığım, tek taraflı sevdalar yaşadığım…
Bazen onlar yüzünden kendimi tanımadığım; duygularıma, yüreğime, kelimelerime yabancılaştığım…
Bana bir kere bile “seni seviyorum” dememiş, sevgimi fark etmemiş adamlar… Ya da sevgimi fark ettiremediğim… Yüreğimin sesini duyuramadığım adamlar…

Ben hep beni sevmeyen adamları sevdim.
Neden, bilmem ama ben hep sonbaharları seçtim mevsim diye, dost diye yalnızlıkları.
Geceleri açıldı yüreğimin gülleri, ruhum karanlıklara sarıldı.
Kışlara alıştı hüzün vurmuş gözlerim.
Ayaklarım beni hep dağ başlarına götürdü; uçurumlara, kimsenin ayak basmadığı ya da basmaya korktuğu topraklara, bir fırtınanın tam başlangıç noktasına…
Sonunu bilmediğim, sarsıntılı, vurgun yemiş gibi sancılı hayatların ortasında buldum hep kendimi. Kurtulamadım, sıyrılmayı beceremedim bu çalkantılı yaşamlardan.
Mutlulukların gölgesinde kaldım hep, gözyaşlarının tesirinde, hüzünlü hikâyelerin bitmeyen kederinde…
Beni sevmeyen adamların yolunda buldum hep kendimi, belki bir gün severler diye… Belki bir gün yüreklerinde soluklanırım, ellerinde hayat bulurum, gözlerinde yaşadığım acıları unuturum diye…
Umudun kanadına tutundum hep.
Yıldızlar kaydıkça zemheride, hıdrellezde birleştikçe Yakup’la İlyas, dilek tuttum onları düşünerek.
Onları düşünerek, kendi derinliğimde bir yol buldum sevgilerin en güzeline.
Gökyüzünün en mavisine kuşlar uçurdum sevgiyle ama yine de sevgime karşılık bir sevgi bulamadım onların derinlerinde.
Sevemedim de şöyle gerçekten delicesine, ölürcesine; sevilmedim de…
Ve ben hep, sürekli aynı şiiri okumaktan yorulmuş, aşk filmlerinde aynı rolde oynamaktan bıkmış bir halde, ümitsizce, beni sevmeyen adamları sevdim.