Karanlık bir sabahın puslu perdesi aralanırken, Gregor’un soyutlanmış benliği gibi, ben de aynadaki siluetimle göz göze geldim. Ne bir yüz tanıdım ne de bir geçmiş. Zaman, bürokratik bir labirentin içinde kaybolmuş bir evrak gibi, kimliğimi mühürsüz bırakmıştı. Her şeyin anlamını yitirdiği bu çağda, varoluşumun tek kanıtı, üzerime çöken anlamsızlık duygusuydu. Tıpkı bir devlet dairesinde sonsuz sırada bekleyen isimsiz bir dosya gibi, ben de kendi hayatımın raflarında unutulmuştum.
Koridorlar boyunca uzanan gri duvarlar, insanın içini kemiren bir sistemin sessiz tanıklarıydı. Her kapı, ardında başka bir belirsizlik saklıyor, her memur, Tanrı’nın suretinde hüküm dağıtıyordu. Konuşmalar, anlamdan arınmış protokollere dönüşmüş; kelimeler, yalnızca yankıdan ibaretti. Bu mekanik düzenin içinde, birey değil, yalnızca bir sicil numarasıydım. Ve her sabah, aynı evrakla aynı masaya dönmek, varlığımı inkâr etmenin en rafine biçimi olmuştu.
İçimde biriken buharlı çığlıklar, dışarıya sızacak bir çatlak ararken, sistemin duvarları daha da kalınlaşıyordu. Her itiraz, daha büyük bir sessizlikle bastırılıyor; her sorgulama, daha karmaşık bir prosedürle boğuluyordu. Bürokrasi, yalnızca bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bir varoluş biçimiydi artık. İnsan, kendi gölgesine bile dilekçe yazmak zorundaydı. Ve ben, kendi içimde açtığım davada, hem sanık hem de hâkimdim.
Sonunda anladım ki, Kafkaesk olan yalnızca sistem değil, onun içselleştirilmiş yankısıydı. İnsan, kendi içinde kurduğu labirentte kaybolmaya razı oldukça, dış dünyanın duvarları daha da yükseliyordu. Belki de en büyük tutsaklık, özgürlüğün tanımını unutmaktı. Ve ben, bu unutkanlığın içinde, bir sabah böceğe dönüşmeyi değil, zaten çoktan dönüşmüş olduğumu fark etmeyi bekliyordum.
Günlüğünüz karşısında ruhen çırılçıplak kalmayı göze alabileceğiniz belki de tek dostunuz.
10 Eylül 2018 Pazartesi
kafkaesk
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder