21 Mart 2013 Perşembe

Artık Kadının Yaşı Yok...



Orta kelimesinin “şahsiyetsiz” bir hali vardır. Kaçamaktır orta. Kesinliğin riskini almaz üzerine. Ne iyidir ne kötü; ne pişmiştir ne pişmemiştir; ne yaşamıştır ne yaşamamış; ne olmuştur ne olmamıştır “orta” olma hali... Ne zengindir ne fakir; ne büyüktür ne küçük... Risk almayan, iki arada bir derede hali vardır! Keyifsizdir. Neşesizdir. Ağlayamaz bile. Durgundur. Sesini çıkaramaz. Akmaz... Zamanın daha yavaş aktığı, renklerin daha donuk, seslerin daha kısık olduğu bir zaman dilimine girmiş olduğunuz varsayılır. Sanki orada şimşekler çakmaz, yağmurlar boşalmaz, günlük güneşlik değildir sanki orası... Huzursuz bir bulutun sardığı loş bir dünya biçilir “orta” yaşlılara. Aslında en çok risk alınan, hayatların ters yüz edildiği yıllardır bu orta yaşlar. Beraber yaşanılanın bırakılıp tanıdık olmayanın peşine takılındığı fütursuz yaşlardır. Eldekiyle yetinmekten çok, eldekini değiştirmeye cesaret edilen; kaybetmenin hiç de o kadar korkunç olmadığının farkına varılıp kaybetmenin göze alındığı kahramanlık yaşlarıdır. Kilometre göstergesinin kolaylıkla sıfırlandığı haylaz yaşlar... Artık sahneden indiğinizi düşünenlere yeni bir çehreyle gülücük dağıttığınız eğlenceli yaşlardır, “orta”lık atfedilerek sevimsizleştirilmek istenen bu yaşlar. Yılların alışkanlıkları çamaşır suyuna batırılır; gençliğin heyecanları sandıktan çıkarılır birer birer...
 
 
 Kadının yaşı, uzun zaman boyunca bir takvim değil, bir hüküm cümlesi olarak okundu. Her yıl, ona biçilen rollerin, beklentilerin ve sınırların daha da kalınlaştığı bir çizgi hâline geldi. Oysa şimdi, zamanın kadına biçtiği anlamlar çözülüyor; yaş, bir ölçüt olmaktan çıkıp bir derinlik hâline geliyor. Kadın, artık yaşla değil, varlıkla tanımlanıyor. Çünkü yaş, yalnızca geçen zamanın değil, kazanılan bilincin bir izdüşümüdür.

Bu dönüşüm, yalnızca bireysel değil; kültürel bir kırılmadır. Kadının yaşı yok demek, onun görünürlüğünü zamandan bağımsız kılmak demektir. Artık kadın, 20’sinde de 60’ında da sahnede, sokakta, fikirde, üretimde. Yaş, bir engel değil; bir katman. Her kırışıklık, bir hikâyenin kıvrımıdır; her beyaz tel, bir düşün ağırlığı. Kadın, artık takvimle değil, kendiyle konuşuyor. Ve bu konuşma, zamanın ötesinde yankılanıyor.

Toplumun kadına yüklediği yaş merkezli anlamlar, onun bedenini değil, sesini sınırlıyordu. Gençlik, güzellik; yaşlılık, sessizlik olarak kodlanmıştı. Ama artık bu kodlar çözülüyor. Kadın, yaşını taşımıyor—yaşını dönüştürüyor. Çünkü yaş, bir eksilme değil; bir yoğunlaşmadır. Ve yoğunlaşan her şey gibi, kadın da artık daha derin, daha güçlü, daha görünür. Zaman, onun için bir sınır değil; bir sahne.

Ve nihayet, “kadının yaşı yok” demek, onun zamansızlığını tanımaktır. Kadın, artık bir dönemin değil; bir düşün, bir duygunun, bir direnişin temsilidir. Onun yaşı, ne doğum tarihine ne takvim yapraklarına sığar. Çünkü kadın, artık bir yaşta değil; bir hâlde yaşıyor. Ve bu hâl, zamanın değil, varoluşun en özgür biçimidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder