27 Kasım 2017 Pazartesi

mandalina kokusu

Mandalina kokusu, çocukluğun en saf anılarına açılan görünmez bir kapıdır. Kabukları soyulurken etrafa yayılan o narin, turunçgil rayihası; sanki zamanın ipini gevşetir, insanı geçmişin sıcak kış öğleden sonralarına taşır. Sobanın başında otururken ellerine sinen o koku, bir mektup gibi yıllar sonra bile açıldığında aynı duyguları fısıldar. Mandalina, sadece bir meyve değildir; onun kokusu, hafızanın en gizli köşelerinde saklanan bir tebessüm gibidir.

Bu koku, yalnızca nostalji değil; aynı zamanda bir uyanıştır. Soğuk bir sabahın gri havasını delip geçen mandalina kokusu, yaşamın küçük ama derin güzelliklerini hatırlatır. Her nefeste, içeriye dolan o taze ve canlı aroma, sanki ruhu yeniden yaz mevsimine çağırır. Mandalina kokusu, bir şiirin ilk dizesi gibi; sade ama etkileyici, tanıdık ama her seferinde başka bir hikâye anlatan…


Mandalina kokusu, zamanın en ince kıvrımlarında saklanan bir hatıradır; kabuğu soyulurken havaya karışan o narin rayiha, geçmişin sararmış sayfalarını usulca çevirir. Sanki her tanesi, güneşin çocuklukla buluştuğu bir mevsimden kopup gelmiş gibidir. Bu koku, yalnızca bir meyvenin değil, bir anının, bir tebessümün, bir sessiz özlemin kokusudur. Mandalina, kışın ortasında yazı fısıldayan bir şiirdir; kabuğundan dökülen her damla, bir mısra gibi düşer ruhun en sessiz yerine.

Ve o koku, bazen bir sabahın telaşına karışır; bazen bir mektubun arasına siner, yıllar sonra açıldığında hâlâ tazedir. Mandalina kokusu, yalnızca burna değil, kalbe dokunur. Bir annenin mutfakta soyduğu meyve, bir sevgilinin avucunda unuttuğu tanecik, bir çocuğun cebinde ezilmiş kabuk… Hepsi aynı kokuda birleşir. Çünkü mandalina, sadece yenilen değil, hatırlanan bir şeydir. Ve hatırlamak, bazen en derin edebiyattır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder