Yağmurun Diliyle Konuşan Akşam
Yağmur, gökyüzünün en eski hikâye anlatıcısıdır. Her damlası, bulutların iç çekişlerinden süzülen birer kelime gibi toprağa düşer. Bu akşam, rüzgârla kol kola girmiş, sokakları dolaşıyor. Pencereme vuran damlalar, geçmişin izlerini taşıyan bir melodi gibi yankılanıyor içimde. Rüzgâr, dalları eğip bükerek eski bir şarkıyı hatırlatıyor; çocukluğumun serin yaz akşamlarını, annemin balkonda unuttuğu çay kokusunu, babamın sessizliğini. Hava öyle güzel kokuyor ki, sanki dünya bir anlığına durup derin bir nefes almış. Islak toprak, eski kitap sayfaları gibi kokuyor; her biri bir başka zamanın, bir başka duygunun kapısını aralıyor. Yağmurun diliyle konuşuyor bu akşam, ve ben dinliyorum, kelimelerden çok daha derin bir şeyleri.
Rüzgârın Taşıdığı Hatıralar
Rüzgâr, yalnızca esen bir hava akımı değildir; o, geçmişin taşıyıcısıdır. Bu gece, yağmurla birlikte sokak lambalarının altından geçerken, eski bir dost gibi kulağıma fısıldıyor unuttuğum anıları. Her esintide bir yüz beliriyor zihnimde, her savrulan yaprakta bir gülüş. Yağmurun serinliği tenime dokunurken, rüzgâr içime işliyor; düşüncelerimi savuruyor, duygularımı yeniden şekillendiriyor. Hava, öyle bir kokuya bürünmüş ki, sanki zamanın kendisi kokuyor: ne geçmiş ne gelecek, sadece şimdi. Bu kokuda bir huzur var, bir kabulleniş. Yağmurun altında yürürken, rüzgârın taşıdığı hatıralarla baş başa kalıyorum. Ve anlıyorum ki, bazı geceler konuşmaz insan; sadece dinler, sadece hisseder.
Günlüğünüz karşısında ruhen çırılçıplak kalmayı göze alabileceğiniz belki de tek dostunuz.
30 Eylül 2018 Pazar
yağmur yağıyor. rüzgar da var. güzel kokuyor hava.
29 Eylül 2018 Cumartesi
benim için vazgeçilmez bir şeydir kitaplar
28 Eylül 2018 Cuma
27 Eylül 2018 Perşembe
26 Eylül 2018 Çarşamba
25 Eylül 2018 Salı
24 Eylül 2018 Pazartesi
23 Eylül 2018 Pazar
22 Eylül 2018 Cumartesi
21 Eylül 2018 Cuma
20 Eylül 2018 Perşembe
19 Eylül 2018 Çarşamba
18 Eylül 2018 Salı
17 Eylül 2018 Pazartesi
16 Eylül 2018 Pazar
14 Eylül 2018 Cuma
13 Eylül 2018 Perşembe
12 Eylül 2018 Çarşamba
11 Eylül 2018 Salı
çocukluk unutulur mu hiç HAYIR
10 Eylül 2018 Pazartesi
kafkaesk
Karanlık bir sabahın puslu perdesi aralanırken, Gregor’un soyutlanmış benliği gibi, ben de aynadaki siluetimle göz göze geldim. Ne bir yüz tanıdım ne de bir geçmiş. Zaman, bürokratik bir labirentin içinde kaybolmuş bir evrak gibi, kimliğimi mühürsüz bırakmıştı. Her şeyin anlamını yitirdiği bu çağda, varoluşumun tek kanıtı, üzerime çöken anlamsızlık duygusuydu. Tıpkı bir devlet dairesinde sonsuz sırada bekleyen isimsiz bir dosya gibi, ben de kendi hayatımın raflarında unutulmuştum.
Koridorlar boyunca uzanan gri duvarlar, insanın içini kemiren bir sistemin sessiz tanıklarıydı. Her kapı, ardında başka bir belirsizlik saklıyor, her memur, Tanrı’nın suretinde hüküm dağıtıyordu. Konuşmalar, anlamdan arınmış protokollere dönüşmüş; kelimeler, yalnızca yankıdan ibaretti. Bu mekanik düzenin içinde, birey değil, yalnızca bir sicil numarasıydım. Ve her sabah, aynı evrakla aynı masaya dönmek, varlığımı inkâr etmenin en rafine biçimi olmuştu.
İçimde biriken buharlı çığlıklar, dışarıya sızacak bir çatlak ararken, sistemin duvarları daha da kalınlaşıyordu. Her itiraz, daha büyük bir sessizlikle bastırılıyor; her sorgulama, daha karmaşık bir prosedürle boğuluyordu. Bürokrasi, yalnızca bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bir varoluş biçimiydi artık. İnsan, kendi gölgesine bile dilekçe yazmak zorundaydı. Ve ben, kendi içimde açtığım davada, hem sanık hem de hâkimdim.
Sonunda anladım ki, Kafkaesk olan yalnızca sistem değil, onun içselleştirilmiş yankısıydı. İnsan, kendi içinde kurduğu labirentte kaybolmaya razı oldukça, dış dünyanın duvarları daha da yükseliyordu. Belki de en büyük tutsaklık, özgürlüğün tanımını unutmaktı. Ve ben, bu unutkanlığın içinde, bir sabah böceğe dönüşmeyi değil, zaten çoktan dönüşmüş olduğumu fark etmeyi bekliyordum.




