30.Dünya için bir şeyler yapın. Daha az su ve elektrik kullanın. Daha az tüketin.
Günlüğünüz karşısında ruhen çırılçıplak kalmayı göze alabileceğiniz belki de tek dostunuz.
31 Aralık 2012 Pazartesi
happy new year 2013
30.Dünya için bir şeyler yapın. Daha az su ve elektrik kullanın. Daha az tüketin.
30 Aralık 2012 Pazar
xmas soul
- Bağışlamak, paylaşmak, hatırlamak ve yeniden doğmak gibi duyguların birleştiği bir içsel alan.
- Noel, sadece hediyeler değil; geçmişle barışmak, sevdiklerine yeniden sarılmak ve içindeki ışığı hatırlamak demektir.
Kışın en derin sessizliğinde doğar Noel’in ruhu; karın değil, kalbin üzerine yağan bir huzurdur bu. Sokaklar ışıkla süslenirken, insanın içi de bir başka aydınlanır. Ama bu aydınlık, gösterişli vitrinlerden değil; geçmişin loş hatıralarından süzülür. “Xmas Soul” dediğimiz şey, bir gelenek değil, bir içsel çağrıdır. Ve bu çağrı, yalnızca kutlamaya değil, durmaya, düşünmeye, hissetmeye davet eder.
Noel ruhu, çocukluğun en kırılgan anlarında saklıdır. Bir çam ağacının altında unutulmuş bir oyuncak, bir fırından yükselen tarçın kokusu, bir mektubun ucuna iliştirilmiş sevgi dolu bir cümle… Bunlar, zamanın içinden süzülen damlalardır. Ve insan, bu damlalarda kendini bulur. Çünkü Noel, yalnızca bir tarih değil; insanın kendine döndüğü bir eşiğin adıdır.
Bu ruh, yalnızca neşe değil; aynı zamanda hüzün taşır. Gidenlerin sessizliği, kalanların özlemi, bekleyenlerin sabrı… Noel gecesi, tüm duyguların aynı sofraya oturduğu bir andır. Mumlar yanarken, gözler nemlenir; çünkü sevgi, en çok eksikliğiyle hissedilir. “Xmas Soul”, bir gülümsemenin ardındaki gözyaşıdır; bir hediyenin içindeki sessiz teşekkürdür.
Ve nihayet, Noel’in ruhu bir armağandır—paketlenmemiş, etiketlenmemiş, ama en derin yerden sunulmuş bir armağan. İnsan, bu armağanı aldığında ne kutlama ne ritüel arar; sadece bir iç huzur, bir sessiz kabulleniş. “Xmas Soul”, dışarıda değil, içeride yaşanır. Ve o ruh, her yıl yeniden doğar; karla değil, kalple.
18 Aralık 2012 Salı
Nar
Mitolojiye göre anavatanı Kıbrıs. Aphrodite, doğduğu bu adaya şan olsun diye ekmiş. Hipokrat İ.Ö. beşinci yüzyılda nar suyunun ateş çıkmasına iyi geldiğini ilan ediyor. Kur’an’da En’am suresinde Allah, insanlık için: “... Çeşit çeşit hurmaları, sebzeleri, zeytinleri, narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde” yaratıyor.
Nar ağacı, İncil’de Bakire Meryem’in simgesi olarak değerli meyvelerden biri. Dünyanın en eski narı, bugün Berlin’deki Mısır Müzesinde sergileniyor. Karkamış’ın tanrıçası Kubaba (Kybele), günümüzde elinde tuttuğu narla ulaşıyor.
Denizli’nin Kızılhisar bucağında bereket ve bolluk getirsin diye gerdeğe giren gelin, narı yere vurup parçalıyor ve “Bu nar taneleri kadar çocuğum olsun” dileğinde bulunuyor.
17. Yüzyılda Evliya Çelebi, yalnızca Karabağ ve Azerbaycan’da narla yapılan on sekiz çeşit tatlı ve içecekten bahsediyor. İran’ın Tebriz kentinde ise çiçeklerinden ve meyvesinden yapılan şarabın çok yaygın içildiği naklediliyor.
Bir narı ikiye bölmek, yalnızca bir meyveyi değil, bir zamanı da açmaktır. İçinden dökülen her tanede bir mevsim gizlidir; bir çocukluk, bir ayrılık, bir dua. Nar, geçmişin en kırmızı halidir. Her tanesi, bir hatıranın damlası gibi akar avuçlara. Ve insan, narı yerken yalnızca tat almaz; aynı zamanda hatırlar. Çünkü nar, unutulmuş olanı hatırlatan, susmuş olanı konuşturan bir meyvedir.
Narın sessizliği, onun en yüksek sesidir. Konuşmaz, bağırmaz, ama içindeki düzenle haykırır. Her tanesi bir araya geldiğinde, bir bütünlük doğar; ama bu bütünlük, parçalanmadan var olamaz. Nar, bize şunu öğretir: güzellik, dağılmakla başlar. Ve insan, nar gibi olmayı öğrendiğinde, kendi içindeki çokluğu kabullenir. Çünkü nar, bölünerek çoğalan, susarak anlatan bir varlıktır.
Ve nihayet, nar bir semboldür—bereketin, sabrın, içsel zenginliğin. Onu yemek, bir ritüeldir; onu anlamak, bir derinliktir. Nar, dışı ile içi arasındaki uçurumu zarafetle taşır. Sert kabuğun ardında yumuşak bir dünya saklar. Tıpkı insan gibi. Tıpkı hayat gibi. Nar, doğanın en kırmızı aynasıdır; içine bakan, kendini görür.



















