Mitolojiye göre anavatanı Kıbrıs. Aphrodite, doğduğu bu adaya şan olsun diye ekmiş. Hipokrat İ.Ö. beşinci yüzyılda nar suyunun ateş çıkmasına iyi geldiğini ilan ediyor. Kur’an’da En’am suresinde Allah, insanlık için: “... Çeşit çeşit hurmaları, sebzeleri, zeytinleri, narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde” yaratıyor.
Nar ağacı, İncil’de Bakire Meryem’in simgesi olarak değerli meyvelerden biri. Dünyanın en eski narı, bugün Berlin’deki Mısır Müzesinde sergileniyor. Karkamış’ın tanrıçası Kubaba (Kybele), günümüzde elinde tuttuğu narla ulaşıyor.
Denizli’nin Kızılhisar bucağında bereket ve bolluk getirsin diye gerdeğe giren gelin, narı yere vurup parçalıyor ve “Bu nar taneleri kadar çocuğum olsun” dileğinde bulunuyor.
17. Yüzyılda Evliya Çelebi, yalnızca Karabağ ve Azerbaycan’da narla yapılan on sekiz çeşit tatlı ve içecekten bahsediyor. İran’ın Tebriz kentinde ise çiçeklerinden ve meyvesinden yapılan şarabın çok yaygın içildiği naklediliyor.
Romalılar
da nara tutkun. Tuzlu deniz suyuna bastırıp, güneşte kuruttuktan sonra kışa
saklıyorlar. IV. Ramses dönemine ait mezarlardan kurutulmuş nar çıkıyor.
Nar, doğanın en suskun sırlarından biridir. Dış kabuğu serttir, çatlamaz kolay kolay; ama içinde, binlerce kırmızı öz taşır. Her tanesi, bir kalp atışı gibi, bir hikâye gibi, bir acı gibi dizilmiştir. Nar, dışarıdan bakıldığında bir bütün gibi görünür; oysa içinde bölünmüşlük, çoğalmışlık, dağılmışlık vardır. Ve bu bölünmüşlük, narı eksiltmez—aksine, derinleştirir. Çünkü nar, tek bir meyve değil; bir iç yolculuktur.
Bir narı ikiye bölmek, yalnızca bir meyveyi değil, bir zamanı da açmaktır. İçinden dökülen her tanede bir mevsim gizlidir; bir çocukluk, bir ayrılık, bir dua. Nar, geçmişin en kırmızı halidir. Her tanesi, bir hatıranın damlası gibi akar avuçlara. Ve insan, narı yerken yalnızca tat almaz; aynı zamanda hatırlar. Çünkü nar, unutulmuş olanı hatırlatan, susmuş olanı konuşturan bir meyvedir.
Narın sessizliği, onun en yüksek sesidir. Konuşmaz, bağırmaz, ama içindeki düzenle haykırır. Her tanesi bir araya geldiğinde, bir bütünlük doğar; ama bu bütünlük, parçalanmadan var olamaz. Nar, bize şunu öğretir: güzellik, dağılmakla başlar. Ve insan, nar gibi olmayı öğrendiğinde, kendi içindeki çokluğu kabullenir. Çünkü nar, bölünerek çoğalan, susarak anlatan bir varlıktır.
Ve nihayet, nar bir semboldür—bereketin, sabrın, içsel zenginliğin. Onu yemek, bir ritüeldir; onu anlamak, bir derinliktir. Nar, dışı ile içi arasındaki uçurumu zarafetle taşır. Sert kabuğun ardında yumuşak bir dünya saklar. Tıpkı insan gibi. Tıpkı hayat gibi. Nar, doğanın en kırmızı aynasıdır; içine bakan, kendini görür.
Bir narı ikiye bölmek, yalnızca bir meyveyi değil, bir zamanı da açmaktır. İçinden dökülen her tanede bir mevsim gizlidir; bir çocukluk, bir ayrılık, bir dua. Nar, geçmişin en kırmızı halidir. Her tanesi, bir hatıranın damlası gibi akar avuçlara. Ve insan, narı yerken yalnızca tat almaz; aynı zamanda hatırlar. Çünkü nar, unutulmuş olanı hatırlatan, susmuş olanı konuşturan bir meyvedir.
Narın sessizliği, onun en yüksek sesidir. Konuşmaz, bağırmaz, ama içindeki düzenle haykırır. Her tanesi bir araya geldiğinde, bir bütünlük doğar; ama bu bütünlük, parçalanmadan var olamaz. Nar, bize şunu öğretir: güzellik, dağılmakla başlar. Ve insan, nar gibi olmayı öğrendiğinde, kendi içindeki çokluğu kabullenir. Çünkü nar, bölünerek çoğalan, susarak anlatan bir varlıktır.
Ve nihayet, nar bir semboldür—bereketin, sabrın, içsel zenginliğin. Onu yemek, bir ritüeldir; onu anlamak, bir derinliktir. Nar, dışı ile içi arasındaki uçurumu zarafetle taşır. Sert kabuğun ardında yumuşak bir dünya saklar. Tıpkı insan gibi. Tıpkı hayat gibi. Nar, doğanın en kırmızı aynasıdır; içine bakan, kendini görür.






Hiç yorum yok:
Yorum Gönder