İnsanın
aklını başından alan kokudur. Hele ki yaz akşamları deniz kenarındaysanız ve rüzgâr
yosun kokusunu getiriyorsa gözlerinizi hemen kapatmalı ve duyularınızın sizi
alıp götürdüğü yere gitmelisiniz.
Sahilde
esen ılık rüzgâr getirir koyuverir önüne. Deniz tuzuyla birleşmiş o kokuyu
içine çekersin bi solukta. Özgür olduğunu hissettirir. Başka dünyalara alıp
götürür. Ah bide rakı ve balık olsa dedirtir.
Rüzgâr şiddetini arttırdıkça yüzümüzü yalayan yosun kokusu denizi aşıp ciğerlerimizi şenlendirir.
Yosun
kokusu
Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri
Sahilde yaşayan çocuklara
Hiçbir şey hatırlatmaz.
Orhan Veli
Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri
Sahilde yaşayan çocuklara
Hiçbir şey hatırlatmaz.
Orhan Veli
Denizin kıyısında unutulmuş bir sabah gibi kokar yosun; zamanın kendini geri çektiği, seslerin suya gömüldüğü bir eşikte. Bu koku, yalnızca burna değil, ruha siner. Yosun, dalgaların taşıdığı değil, geçmişin kıyıya vurduğu bir hatıradır. Her nefeste, çocukluğun nemli taşlarına, unutulmuş bir mektubun sararmış kenarlarına, ve belki de hiç yaşanmamış bir aşkın kıyısına sürüklenir insan.
Yosun kokusu, doğanın en eski ağıtlarından biridir. Ne tam çürümüş ne tam canlı; arada, gri bir varoluşta salınır. Bu koku, zamanın döngüsünü değil, onun duraksadığı anları anlatır. Bir kayanın gölgesinde yıllarca beklemiş bir sessizlik gibi, yosun kokusu da konuşmaz; ama sustuğu her an, insanın içindeki en derin yankıyı uyandırır.
Bir limanın unutulmuş taşlarında, yosun kokusu bazen bir vedadır. Giden gemilerin ardından kalan, ne rüzgâr ne dalgadır; en kalıcı olan, yosunun ağır ve ıslak hatırasıdır. Bu koku, ayrılıkların değil, ayrılıklardan sonra kalan boşluğun kokusudur. İnsan, o boşlukta yürürken, her adımda biraz daha içine çöker; yosun, ayak izlerini değil, içsel çöküşleri izler.
Ve nihayet, yosun kokusu bir çağrıdır. Ne bir yere ne bir zamana; sadece kendine. İnsan, bu kokuyla yüzleştiğinde, kendi unutulmuş kıyılarına iner. Orada ne bir isim ne bir hikâye vardır; sadece varoluşun en çıplak hâli. Yosun, doğanın değil, insanın içindeki en kadim denizdir. Ve o deniz, her kokuda biraz daha kabarır.
Yosun kokusu, doğanın en eski ağıtlarından biridir. Ne tam çürümüş ne tam canlı; arada, gri bir varoluşta salınır. Bu koku, zamanın döngüsünü değil, onun duraksadığı anları anlatır. Bir kayanın gölgesinde yıllarca beklemiş bir sessizlik gibi, yosun kokusu da konuşmaz; ama sustuğu her an, insanın içindeki en derin yankıyı uyandırır.
Bir limanın unutulmuş taşlarında, yosun kokusu bazen bir vedadır. Giden gemilerin ardından kalan, ne rüzgâr ne dalgadır; en kalıcı olan, yosunun ağır ve ıslak hatırasıdır. Bu koku, ayrılıkların değil, ayrılıklardan sonra kalan boşluğun kokusudur. İnsan, o boşlukta yürürken, her adımda biraz daha içine çöker; yosun, ayak izlerini değil, içsel çöküşleri izler.
Ve nihayet, yosun kokusu bir çağrıdır. Ne bir yere ne bir zamana; sadece kendine. İnsan, bu kokuyla yüzleştiğinde, kendi unutulmuş kıyılarına iner. Orada ne bir isim ne bir hikâye vardır; sadece varoluşun en çıplak hâli. Yosun, doğanın değil, insanın içindeki en kadim denizdir. Ve o deniz, her kokuda biraz daha kabarır.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder