Bir erkek duygularını göstermez belli etmez onları.
Kendi içine atar orada sindirir bitirir.
Kendi duygularının kendi paratoneridir bir nevi.
Ama bir erkek ağladığında asla sahte olmaz gözyaşları.
Bir erkek ağladığında yürekten ağlar.
“Erkekler ağlamaz” derler; oysa bu söz, gözyaşının değil, yüzyılların yükünü taşır. Erkekliğe biçilen suskunluk, bir duvar gibi örülür çocukluğun etrafına. Her düşüşte dişini sıkmak öğretilir, her acıda başını dik tutmak. Gözyaşı, zayıflıkla eş tutulur; oysa bazen en büyük güç, dökülen bir damlada gizlidir. Ağlamamak, yalnızca gözleri değil, ruhu da kurutur.
Bir erkek ağlamadığında, acısı sessizce büyür. İçinde yankılanan çığlık, dışarı çıkamadıkça derinleşir, kök salar. Kalbin kıyısında biriken hüzün, zamanla bir taş gibi ağırlaşır. O taş, ne konuşur ne kırılır; sadece taşır. Ve insan, bu yükle yürürken, kendini değil, kendine biçilen rolü taşır. Ağlamamak, bazen kendinden vazgeçmektir.
Oysa gözyaşı, insan olmanın en kadim dilidir. Bir baba, oğlunun ilk adımında ağladığında; bir adam, sevdiğini kaybettiğinde sustuğunda değil, ağladığında gerçek olur. Gözyaşı, bir teslimiyet değil, bir tanıklıktır. Hayatın karşısında eğilmek değil, onunla yüzleşmektir. Erkeklik, gözyaşını saklamakla değil, onu onurlandırmakla büyür.
Ve belki de en çok ağlaması gerekenler, en az ağlayanlardır. Çünkü onların gözyaşı, yalnızca bir duygunun değil, bir çağın, bir kalıbın, bir suskunluğun yüküdür. “Erkekler ağlamaz” sözü, bir zincirdir; ama her damla, o zinciri kıracak bir anahtardır. Ağlamak, insan olmaktır. Ve insan, ancak ağladığında tam olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder