yağmurun
kokusunun içte en hissedilebilecek, en anlamlanacak olanıdır... bi de tabii ki
de sonbahar, yağmur ve kasım üçlemesine en gidecek şey kahve, likör ve çikolatadır
şüphesiz...
dışarıda
yağmur yağıyor. ayaklarım buz gibi. jose feliciano - the rain şarkısını
dinliyorum. sütlü çikolata yiyorum. annemi çok özledim.
Kasım, gökyüzünün iç çekişidir. Bulutlar, yazdan kalan ne varsa silmek istercesine ağırlaşır; rüzgâr, artık bir serinlik değil, bir hatırlatmadır. Yağmur, bu ayda yalnızca toprağa değil, insana da düşer. Her damla, bir mevsimin kapanışını değil, bir iç mevsimin açılışını müjdeler. Kasım yağmurları, doğanın değil, insanın hüznüdür; sessizce yağan, ama içte gürleyen.
Bu yağmurlar, ne baharın ne kışın habercisidir. Arada, belirsiz, geçici gibi görünürler; ama aslında en kalıcı izleri bırakırlar. Bir pencere kenarında unutulmuş bir kitap, bir sokak lambasının altında bekleyen bir gölge, bir mendilin ucuna sinmiş bir koku... Kasım yağmurları, hatıraları yıkamaz; onları yeniden işler, yeniden dokur. Her damla, geçmişin bir cümlesini yeniden yazmak ister.
İnsan, bu yağmurlarda yürürken yalnız değildir; yanında geçmişi, ardında sessizce akan zaman vardır. Ayakkabılar suya değil, zamana basar. Kasım, insanın kendine döndüğü aydır. Yağmur, dışarıda değil, içeride yağar. Kalbin kıyısına vuran her damla, bir bekleyişin, bir özlemin, belki de bir pişmanlığın yankısıdır. Ve insan, bu yankıda kendini duyar.
Kasım yağmurları, bir vedanın değil, bir içsel kabullenişin adıdır. Ne gidenin ardından dökülen gözyaşıdır ne gelenin heyecanıdır. Sadece durmanın, kalmanın, susmanın zamanıdır. Bu yağmurlar, konuşmaz; ama her şeyi anlatır. Ve insan, bu anlatının içinde, kendi hikâyesini yeniden okur. Kasım, yağmurla değil; yağmurun taşıdığı anlamla ağırlaşır.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder