28 Ocak 2013 Pazartesi

just walkin in the rain



























Yağmurda yürümek, yalnızca adım atmaktan ibaret değildir; bu, insanın kendi içine doğru yaptığı en sessiz yolculuktur. Her damla, gökyüzünden değil, kalbin en kırılgan köşesinden düşer sanki. Sokaklar ıslaktır, ama asıl ıslanan insanın içidir. “Just walkin’ in the rain” demek, dış dünyanın gürültüsünden sıyrılıp, iç dünyanın fısıltılarına kulak vermektir. Ve bu fısıltılar, çoğu zaman en çok sustuklarımızdır.

Yağmurun altında yürüyen biri, ne bir yere varmak ister ne de bir şeyden kaçmak. O yürüyüş, bir bekleyiştir belki; ama neyin beklendiği belirsizdir. Her adım, geçmişin izlerini siler gibi görünürken, aslında onları daha da derinleştirir. Yağmur, hatıraları yıkamaz; onları yeniden işler. Ve insan, bu işlenmiş hatıraların arasında kendini arar. Yalnızlık, bu yürüyüşte bir yük değil; bir eşliktir.

Islak kaldırımlar, sessiz tanıklardır bu yürüyüşe. Ne sorarlar ne cevap verirler; sadece dinlerler. Ve insan, bu dinleyişte kendini anlatır. “Just walkin’ in the rain” bir melodi değil, bir iç monologdur. Her damla, bir cümleyi tamamlar; her rüzgâr, bir duyguyu taşır. Bu yürüyüşte konuşulmaz, çünkü kelimeler eksik kalır. Yağmur, anlatır; insan, sadece hisseder.

Ve nihayet, yağmurda yürümek bir kaçış değil, bir kabulleniştir. Hayatın karmaşası, ilişkilerin yükü, zamanın acımasızlığı… hepsi bir kenara çekilir. Geriye sadece adımlar ve damlalar kalır. “Just walkin’ in the rain” demek, kendini bulmak değil; kendine razı gelmektir. Çünkü bazen en doğru yol, hiçbir yere varmayan yoldur. Ve o yol, en çok yağmurda yürünür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder