Kadın fotoğrafçı, kahramanları, sert
erkekleri, aralarına dişi sineğin bile giremediği erkek topluluklarını seviyor.
New York’un zenci boksörlerinin hayatı, Ukraynalı maden işçileri, Saint
Petersbourg’un denizcileri, matadorların ve serüvencilerin yaşam tarzları ise
en ilgisini çekenlerden... 1990 yılında New York Uluslararası Fotoğrafçılık
sınıfında okurken bir eğitimci kendisine fotoğrafçılığı terk edip, sınıfı
bırakması konusunda tavsiyede bulundu. O bu fikri çok saçma bulup, yılsonu
çalışmaları için “boksörler” temasını seçti. Hiçbir zaman sipariş üzerine
çalışmamayı kendime prensip edindim. Matador, madenci ya da maceraperest
erkeklerin dünyaları onun ilgi odağı. Erkeklerin “ilkel” davranışlarına, o, şefkat
ve “aşkla” yaklaşıyor. Erkeklerin dünyasında sadece ölüm teması gerçektir ve
değişmez. Diğer her şeyin değiştiğini keşfettim. Bazıları cesur olduğu için
matador, kimileri de seçim şansı olmadığı için Ukrayna’da madenci... Gittiği
yerlerde uzun bir zaman dilimi geçirdiği için, her defasında önce gideceği
ülkenin dilini öğreniyor ve fiziksel olarak hazırlanıyor. “Sırtım üzerinde
sekiz kilo taşıyorum ve karşılaşabileceğim riskleri önemsemiyorum. Hedefim
sadece formda olmak” diyor ve devam ediyor: Röportaj sırasında korunduğumu ve
ölümsüzlüğe ulaştığımı hissediyorum. İnsanlara önyargı ile yaklaşanlardan
nefret ediyorum. Ama ne yazık ki günümüzde herkes önyargılı. İşte bu nedenle
serüvenciler üzerine yaptığım çalışma öncesi, onların hakkındaki ayrıntıları öğrenmek
istemedim. Bunu aslında bir arkeoloji çalışmasına benzetebiliriz ve benim de
onlara tarafsız bir açıdan bakabilmem için bu çalışmayı yapmam gerekiyordu.
İnsanlar neden sadece erkeklerin fotoğraflarını çektiğimi merak ediyorlar. Ben
de onlara soruyorum: Peki neden bazı fotoğrafçılar sadece moda çekimi yaparlar?
Rusya’da baletlerin çekimini yaptım. Karşı cinsin teni tanımadığım bir dünyaya
açılan kapı gibi. Aylarca her şeyi paylaştığı kişilerden ayrılma vakti gelince
Giorgia çantasını sırtına atıyor ve dünyanın belirsiz bir köşesine hareket
ediyor. Bu hiç de kolay değil, her zaman bir “son gün” yaşıyorum. Onlara
güneşi vaat ediyorum, bir gün geri geleceğimi, güzel haberler getireceğimi. Ama
onları bir daha hiç göremeyeceğimi ve vaat ettiklerimi yapamayacağımı da
biliyorum. İnsanların fotoğrafını çekmeniz için, mutlaka bir sebebiniz olmalı
ki, sizi sorguladıkları vakit onları çabucak ikna edin. Örneğin, Rusya’da ortak
bir hücreyi paylaşan idama mahkûm hükümlülerin fotoğraflarını çekmek
istemiştim. Mahkûmlar neden fotoğraflarını çekmek istediğimi sorunca da, Ruslar
üzerine bir kitap hazırladığımı belirttim. Bunun üzerine aralarından biri,
“Evet, bizi çekin. Siz bizi dünyaya taşıyacaksınız” dedi. Mühim olan arkanda
bırakabileceğin bir şeylerin var olması. Her şeyi fazla ciddiye almadan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder