12 Ağustos 2012 Pazar

Dünden Sonra Yarından Önce



Yağmur altında yürüyüp, aşkı düşünme isteğinin tavan yaptığı anda çalar durur.



 
Son sahnede;

Gül, kocası Bülent’in birlikte olduğu Pelin'in çatı katı dairesine gelir ve zile basar. Pelin, göğsünün üzerine kavuşturduğu beyaz çarşafıyla açar kapıyı. Gül, o mağrur havasını hiç bozmadan bavulu Pelin'in kapısına bırakır ve apartmanın eski helezonik merdivenlerinden inmeye başlar. Bu hareket karşısında Pelin bu kadar kolay bir zaferi hazmedemediğinden, Gül'ün arkasından "ben kazandım" der. Gül, başını yarım çevirir ve Pelin'in yüzüne bile bakmadan "kazandın. Ama ne kazandın?" der. Sonra da vurur kendini gecenin karanlığında İstiklal Caddesi'ne. Cadde o zamanlar trafiğe açıktır ve belli ki yılbaşı arifesidir, zira caddenin iki yanı süslenmiştir. Şarkıyı dinlersiniz. Jenerik akar.
 
ne güzel bir gece
sanki daha aydınlık
sanki bir kapı yarınlara aralık
hem yarından önceki büyük umutlarla
hem dünden sonraki pişmanlıklar karışır

dünden sonra yarından önce
yaşam durur umut bitince
yaşayamadıkça özgürce
mutluluklar biter
sevsen de

ne güzel olurdu
hep seninle paylaşmak
tüm özgürlükleri seninleyken yaşamak
dopdolu günlere hep seninle başlamak
yarınlarla dünlerle
sonsuzluğu aşmak

Seninle, deniz kıyısında bir kahvaltı yapalım. Küçük domateslerin, içinde baharatlar yüzen zeytinyağların, kokusu her yeri saran kızartılmış ekmeklerin, en ince bellisinden bardaklarda sıcacık çayların eşlik ettiği.

Dünden sonra, yarından önce! Tek gerçek olan ve aslında gerçekten yaşanan… Yaşadığımız anı ya da ümit olmayan tek gerçek an. Pişmanlıklara ya da beklentilere dönüştürme gücüne sahip olduğumuz fırsatımız. Karar ve eylem anımız. Yapamadıklarımızla korkularımızı yazdığımız an… Ertelediklerimizle kaygılarımızı oluşturduğumuz zaman. Bugün! Hayatımız…

Dün bir anı, yarınsa bir ümit… Bugün tek gerçek olan… Yapabileceğin tek zaman dilimi. Dününü ve yarınını yazdığın tek sayfan… Yazan da sensin okuyan da... Satan da sensin alan da... Alkışlayan da sensin ağlayan da… Mucize de sensin lanet de… Gülen de sensin ağlayan da… Ve her şeyi sadece bugün yapıyorsun... Ya da yapmıyorsun… Unutma seçen de sensin… Yapan da... 
 
 Dün, ardında yalnızca iz bırakmaz; aynı zamanda gölgesini de sürükler bugüne. Zaman, bir çizgi değil, bir döngüdür; ve biz, o döngünün en kırılgan halkasında, dünden sonra ama yarından önce, bir aralıkta yaşarız. Bu aralık, ne geçmişin kesinliğiyle ne geleceğin belirsizliğiyle tanımlanır. Sadece şimdiyle, yani en çok unutulan zamanla var olur. Dünün yankısı kulakta çınlarken, yarının sessizliği içimizde büyür.

Dünden sonra gelen her an, bir hesaplaşmadır. Hafızanın rutubetli koridorlarında gezinirken, insan kendine rastlar; eksik, yarım, bazen fazla. Her hatıra, bir yük değil, bir biçimdir aslında. Bugün, o biçimlerin toplamıdır. Ve biz, bu biçimlerin arasında, yarına doğru yürürken, neyi taşıyacağımıza karar veririz. Dünden sonra gelen bugünde, seçim değil, dönüşüm vardır.

Yarından önce ise bir bekleyiş değil, bir hazırlıktır. Zamanın henüz dokunmadığı bir boşlukta, insan kendi ihtimallerini tartar. Ne olacağı değil, ne olabileceğiyle yüzleşir. Bu yüzleşme, sessizdir; gürültüsüz, ama derin. Çünkü yarın, yalnızca gelen bir gün değil, aynı zamanda içimizde büyüyen bir sorudur: “Hazır mıyım?” Bu sorunun cevabı, bugünün en ağır yüküdür.

Ve işte tam bu noktada, insan zamanla değil, kendisiyle yarışır. Dünden sonra gelen bugünde, yarından önce doğan bir benlik vardır. Bu benlik, ne geçmişin mahkûmu ne geleceğin hayali; sadece şimdiye ait, ama tüm zamanları içinde taşıyan bir varlıktır. “Dünden Sonra Yarından Önce” dediğimiz o eşik, insanın en çıplak hâliyle kendine baktığı yerdir. Ve belki de en çok orada yaşanır hayat.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder