Yağan
yağmur bir insanın dışından çok içini ıslatıyorsa eğer,
Ya karanlığa karışmıştır hayalleri,
Ya da bir bulutun sinesinde asılı kalmıştır umutları.
Ya karanlığa karışmıştır hayalleri,
Ya da bir bulutun sinesinde asılı kalmıştır umutları.
Eylül, takvimsel bir geçişten öte, ruhun mevsimidir; yazın hoyrat neşesinden sıyrılıp içe dönen bir sessizliktir. Bu ay, doğanın hafifçe soluklandığı, renklerin yavaşça solduğu, zamanın kendini geri çektiği bir eşiktir. Yağmur ise bu eşikte yankılanan bir iç ses gibidir—ne gök gürültüsüyle tehditkâr ne de yaz yağmuru gibi geçici. Eylül yağmuru, varoluşun en kırılgan hâlidir; toprağa değil, insana düşer. Ve insan, bu yağmurda ıslanmaz yalnızca—çözülür, dağılır, yeniden kurulur.
Yağmurun eylülde taşıdığı anlam, fiziksel bir olgudan çok, metafizik bir çağrıdır. Her damla, geçmişin bir yankısı, geleceğin bir habercisidir. Bu yağmur, hatıraları uyandırmaz; onları yeniden yazdırır. Pencere kenarında dinlenen bir sessizlikte, yağmurun ritmi insanın iç ritmiyle örtüşür. Dışarıda ıslanan sokaklar, içeride nemlenen düşüncelere dönüşür. Ve insan, bu mevsimde yalnızlığı bir eksiklik değil, bir ayrıcalık gibi taşır.
Eylül ve yağmur, birlikte bir tür içsel arınma ritüelidir. Doğa, yapraklarını dökerken insan da yüklerini bırakır. Bu dökülüş, bir çöküş değil, bir hafifleme biçimidir. Yağmur, toprağı değil, zamanı yıkar; geçmişin tortularını, söylenmemiş cümleleri, yaşanmamış ihtimalleri siler. Ve insan, bu silinmişlikte yeniden yazılmaya hazır hâle gelir. Eylül, bu yüzden bir son değil, bir önsözdür; yağmur ise o önsözün mürekkebidir.
Eylül ve yağmur, insanın kendine döndüğü bir mevsimsel aynadır. Neşenin değil, derinliğin çağrısıdır. Bu çağrıda gürültü yoktur; yalnızca içsel bir titreşim, bir yankı, bir sükûnet vardır. Ve insan, bu sükûnetin içinde kendini duyar—gökyüzünden değil, kendi içinden gelen bir yağmurla. Eylül, insanın iç iklimidir; yağmur ise o iklimin en şiirsel hâlidir.
Yağmurun eylülde taşıdığı anlam, fiziksel bir olgudan çok, metafizik bir çağrıdır. Her damla, geçmişin bir yankısı, geleceğin bir habercisidir. Bu yağmur, hatıraları uyandırmaz; onları yeniden yazdırır. Pencere kenarında dinlenen bir sessizlikte, yağmurun ritmi insanın iç ritmiyle örtüşür. Dışarıda ıslanan sokaklar, içeride nemlenen düşüncelere dönüşür. Ve insan, bu mevsimde yalnızlığı bir eksiklik değil, bir ayrıcalık gibi taşır.
Eylül ve yağmur, birlikte bir tür içsel arınma ritüelidir. Doğa, yapraklarını dökerken insan da yüklerini bırakır. Bu dökülüş, bir çöküş değil, bir hafifleme biçimidir. Yağmur, toprağı değil, zamanı yıkar; geçmişin tortularını, söylenmemiş cümleleri, yaşanmamış ihtimalleri siler. Ve insan, bu silinmişlikte yeniden yazılmaya hazır hâle gelir. Eylül, bu yüzden bir son değil, bir önsözdür; yağmur ise o önsözün mürekkebidir.
Eylül ve yağmur, insanın kendine döndüğü bir mevsimsel aynadır. Neşenin değil, derinliğin çağrısıdır. Bu çağrıda gürültü yoktur; yalnızca içsel bir titreşim, bir yankı, bir sükûnet vardır. Ve insan, bu sükûnetin içinde kendini duyar—gökyüzünden değil, kendi içinden gelen bir yağmurla. Eylül, insanın iç iklimidir; yağmur ise o iklimin en şiirsel hâlidir.
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder