Zen, zazen ve ayurveda
kelimeleri Uzakdoğu mistik felsefesinde kullanılan terimler olup, bu terimlerin
kısaca anlamları şöyledir: “Zen” oturtmak, “zazen” yaşayarak öğrenmek,
“ayurveda” ise yaşam bilgeliğidir.
Uzun yıllar bu mistik
felsefe ile ilgilendim ve halen ilgilenmeye devam etmekteyim. Edindiğim bu
bilgilerin, yaşamımı farklı bir anlayış ve kavrayışa taşımış olduğunu ifade
edebilirim. İnsanın kendi içindeki sese gitmesinin ne demek olduğu, nasıl
gidileceği, ne yapılması ve nasıl yapılması gerektiği konusunda oldukça deneyim
kazanma fırsatı buldum. İşte o nedenle aklım, bilgim, deneyimlerim ve bütün
bunların sonucunda gidebildiğim ya da gelebildiğim yere dair birikimlerimi
paylaşarak, toplumsal farkındalığa bir fayda katabilme gayretindeyim.
Bu anlamda, makalelerimde
ele aldığım konular kişisel gelişime yönelik değildir. Çünkü kişisel gelişimi
amaçlayan bakış açısıyla evrensel bilgiyi amaçlayan bakış açısı birbirinden çok
farklıdır. En önemli fark ise; biri
dünyasal isteklerimize hizmet ederken, diğeri ruhsal ve fizikseli içine alarak
evrenselliğe taşıyan bir hedefi amaçlamaktadır. Birinde amaç maddeye
hükmetmek; diğerinde ise amaç, maddeyi kullanarak maddeyi aşmaktır.
Şayet amaç dünyasal tutku, arz,
talep ve ihtiyaçlara yönelik egosal isteklerimizi tatmin etmekse, bunun hiçbir
zaman sonu gelmeyecek hatta her geçen gün korkularımız ve maddesel kayıplarımız
daha da artacaktır.
Ayurvedik öğretinin en
önemli temelleri Zen ve Zazen’dir.
Zen bir din değildir. Bir
inanç şekli de değildir. Zen; insanın öz varlığına ve yüksek şuuruna, özne ile
nesneye, gerçek ile sanal arasındaki ilişkiyi koparmadan başka bir kavrayışa
ulaşma halidir. Zen bir meditasyon da değildir; salt akıl ve zekayla
kavramsallaştırılamaz. Zen, ancak deneylenebilir. Zen’e bir örnek vererek
açıklamak gerekirse; varsayalım ki, elma yemektesiniz ve biri size elmanın ağzınızda
bıraktığı tadı anlatmanızı istese bu tadı anlatabilir misiniz? Anlatamazsınız,
ama tadının ne olduğunu yediğiniz için biliyorsunuzdur. İşte Zen budur. Zen
anlatılamaz, ancak anlaşılması sağlanabilir.
Zen öğretisine göre sadece teorik bilgi fayda sağlamaz.
Şayet nefiste uygulanmamış, şuurda iz bırakmamış ise gerçek bilgi değildir.
Çünkü sokma akıl en fazla yedi adım gidecektir.
Zen, dogmatizmin dışında ve
sözcüklere bağımlı değildir. Örneğin; sevgi gibi çok hoş bir kelime aslında
insanı dünyaya bağlayan tehlikeli bir kelimedir.
Zen, cevapları kendi doğası ve
özvarlığını gözlemleyerek oluşturur.
Zen öğretmeni bir
kılavuzdur; yol gösterir ve yolu sizin bulmanıza aracılık eder. Bir katalizör
gibi devreye girer ve çıkar. Zen yolcusu için gerileme yoktur, en kötü
ihtimalle bulunduğu noktada yerinde sayar. Zen hiçbir şeyi yok etmez.
Zazen ise uyanmaya ve
aydınlatmaya ulaşmada en kısa, fakat en zor olan yoldur. Zazen, yaşayarak ve
yaşatılarak öğrenilir. Örneğin biraz önceki elma konusu üzerinden devam edecek
olursak; size elmanın tadını soran birine elmanın tadını anlatamazsınız, ancak
ondan elmayı ısırmasını istediğinizde ve ısırdığında o da artık elmanın tadını
biliyor olacaktır. İşte Zazen budur. Ayrıca Zazen, bir zen ustası tarafından
öğrencisinde gördüğü duyu, duygu, sezgi, algı, idrak, düşünce, ifade gibi
eksiklikleri asla görmezden gelmeyerek bunun, onun canını yakacağını bile bile
gerçeğiyle yüzleşmesini uygulamalı gösteren konumdadır.
İşte Zazen budur. Zen ustası bunları
uygularken ne sempatik ne de antipatikdir. Onu yarın güldürecekse bu gün
ağlatmayı göze alabilecek kadar “Empatik”tir.
Bu şekildeki bir eğitim sistemi, egoları beslemediği için
dayanılması güç bir yöntemdir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, erdemin
yolu acıdan geçmektedir. Ve “Size cenneti vadedenler, kendi cennetini
yaratmak isteyenlerdir”.
Çoğu öğretide bu şekilde
bir uygulama göze alınmamaktadır. Bu uzun ve emek isteyen bir yolculuktur. Yola
çıkmak çok kolay, ancak yolu gitmek yorucudur ve emek istemektedir. İnsan
dualite ilişkisinde madde beden etkisinde olduğundan “Ben”in hükmü, yola devam
etmesine mani olabilecektir ve bu her an mümkündür…
Bir
Zen ustası der ki; “Sizin en büyük düşmanınız beniniz, sizin en büyük dostunuz
kendinizdir”.
İşte düşmanı uzakta değil,
kendi içimizde arayabilirsek görülecektir ki, canımızın her yanması egomuzun
gücündendir. Aslında hemen birçok öğretide ego üzerinde mutlak durulmaktadır.
Çile odası denilen sınav da bunun sembolik bir uygulamasıdır. Ancak evrensel
prensipteki dualite şartını hatırlarsak, bedeni yok saymamak gereği mutlaktır.
Ruh ve bedenin birlikte uyumlu olma aşamasına gelinceye dek geçireceği sürede
içselleşen disiplin ve uygulamaya gerek vardır.
Bu uygulamalı öğreti
sonucunda duyular aracılığı ile oluşan duygularımız; düşünce, irade, bilgi,
sentez, analiz, idrak ve sezgi aracılığı ile rafine olmuşsa, bilincimiz de bu
oranda sağlıklı işleyecektir.
Şunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak
gerekir ki: Bize yolu gösteren olsa da,
yolu gidecek olan kendimizdir!
Bu eğitimin çıraklık dönemi
birkaç yıl sürebilecektir. Zira bizim dışımızda, bizim üzerimizde etkisi olan,
öğrendiğimiz ve alışkanlığa dönüştürdüğümüz etkiler ve duyularımızı disipline
etme hali zaman alacaktır.
Bilgiyi hayata taşıma ve
uygulamada bir beceri ve yaptırım sağlayamayan kişi, yeterli irade ve düşünceyi
geliştiremediği için bunu davranışlarına da yansıtacaktır. Böyle bir durumda
kişi yol alamayacaktır. Dolayısıyla bu durumda “ayurvedik” çalışmalara devam
edemeyeceği hususunda uyarılır. Takip edilen sürede şayet kişinin anlayışında
ve kavrayışında bir açılım olmuyorsa beklemeye alınır ve düşünmesi için zaman
verilir, hatta bu bilgilere henüz hazır olmadığı kanaati uyandırmış ise bu da
kendisine bildirilmelidir.
“Tanımak, anlamak ve
bilmek” sürecini tamamlayan bir öğrenci, artık yavaş yavaş içselleştirdiği
bilgi, birikim ve deneyimleriyle; etik,
estetik ve hijyenik değerlerini oluşturmuştur.
Bu çalışmalar bir yaşam
bilgisi ve bilgeliğidir. Zira yaşam bilgeliği anlamına gelen “Ayurveda” on yedi
bilim dalına ait popüler düzeydeki bilgileri içermektedir.
Bilgi olmadan hiçbir yere gidilemez,
çünkü “Bilgi, şuurun anahtarıdır”. Bilme ise; bilginin şuurla
ilişkilendirilerek uygulanabilmesi halidir.
Pekiyi bilgi eşliğinde
gelişen bilincin şuur ile ilişkilenme aşamasında geleceği yer neresidir diye
soracak olursak:
Cevap;“öğrenmeden
bilmek”,”bakmadan görmek”, “duymadan dinlemek”tir. Bu mucize gibi görülse de bir mucize değildir.
Bilgi insana acı
verebilmektedir. Ancak her şeye rağmen; her koşulda hayatı bilerek yaşamanın,
bilemeden yaşamaktan çok daha anlamlı olacağı düşüncesindeyim. Ve yaşama anlam katmak; yolda olmak,
yolcu olmak ve yol almaktır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder